31 Mart 2014 Pazartesi

Bölünmek Bu Olsa Gerek

Az önce ofise gelen bir bayan bölünme nasıl olurmuş güzel bir örnekle anlattı bunu. Anaokuluna giden bir oğlu varmış. Bir gün sınıftan bir arkadaşının elinde AKP bayrağı görmüş.
 
"aaa anne bak arkadaşım Ak partiliymiş. Onunla konuşmam bir daha" demiş. Küçücük çocuk yaa. Sokakta arkadaşlarıyla oyun oynaması gereken ufacık bir çocuk arkadaşını neye göre seçiyor şimdiden bakar mısınız?
 
 Bu bölünme, ötekileştirme bu kadar mı derine indi? Çocuklar bile siyasilerin televizyondaki ağız dalaşlarını, saldırganlığını izleye izleye bu hale geldiyse diyecek hiçbir sözüm yok artık. Tebrik ediyorum hepsini birer birer.
 
Çocuk o ne görürse, ne duyarsa onu yapar. Ya biz ?
 
Bunları eklemeden de edemedim.
 
 
 

Bir Seçimin Daha Sonuna Geldik...

Günaydın herkese :)
 
Öncelikle haftaya güzel bir başlangıç yapmanızı ve bütün haftanızın da güzel geçmesini diliyorum =) Sabah güneşi görünce bir sevindim ki sormayın. Güneşin verdiği cesaretle incecik giyindim yine. Her zamanki ben, kandım yine güneşe. Ofise gelene kadar da dondum tabi.

Gece boyunca heyecanla seçim sonuçlarını izledim. Seçim de seçim derken sonunda bu da bitti. Sandıktan çıkan sonuçlara bakınca sorgulanması gereken çok şey var. Demokrasi, hak, hukuk, özgürlük kazanabildi mi ??
 
Neyse burada kendi görüşlerimi anlatacak değilim. Herkesin kendi siyasi tercihleri ve kendi iradesi var sonuçta. Kendi adıma sadece hiçbir şeyden ders alamadığımızı anladım ve gerçekten çok üzgünüm.
 
Akşam kendi yaşadığım bölgenin oylarını takip etmedim pek . Sonucu tahmin edebiliyorum çünkü. Diğer bölgelerdeydi hep gözlerim tv izlerken.

Bir de şu balkon konuşması yok mu, çocuk gibi tavırlar. İyice çıldırasım geliyor. Saygısızca yapılan bir gövde gösterisinden başka bir şey değil.

Diyecek hiçbir şey bulamıyorum. Umarım bütün milletimiz için hayırlı şeyler olur ! Tek dileğim artık başkalarının çıkarları uğruna hiç kimsenin ölmemesi.
 
 
 


29 Mart 2014 Cumartesi

Karalamaca

Merhaba :)

Ya bu gfc deki problem yetmiyormuş gibi dün yeni bloglar takip etmeye çalışırken 300 den fazla blog izleyemezsiniz gibi bir yazı çıktı. Yeni blog takip edemiyorum artııık :( Bunun bir çözümü yok mu acaba? Çok saçma böyle bir sınırlama olması. Bir yolu varsa eğer bilenler yardımcı olurlarsa sevinirim.

Nedense uzun zamandır yazmıyormuşum gibi hissediyorum. Aslında daha dün yazdım. Bugün hislerimde bir tuhaflık var zaten ama hayırlısı :)

***

Kahvemi yaptım, çikolatamı da aldım yanıma hemen odama kaçtım.( Latte içerken aklıma hep bir önceki yazımda bahsettiğim arkadaşım Aylin geliyor. Okulda kantinde az içmezdik. Of off. )

Bazen evdekilerden kaçıp odama sığınmak iyi geliyor. Sonra annem kapıdan kafasını uzatıp
  "neden burada oturuyorsun gelsene içeri" deyince de kıyamıyorum. Ama ne yapayım yalnız kalasım var. Annem birazdan damlar yine :)

Bugün de bana laf soktu zaten. "Artık yemek yapmayı öğrensen diyorum, hiçbirşey bilmiyorsun" dedi. "Nereden çıktı şimdi bu" deyince gülerek "e kaç yaşında oldun kocaya gideceksin makarnadan başka birşey yapmayı bilmiyorsun" dedi yaa.

  "Daha çok var anne 5 seneden önce evlenemezsin diyen sensin. O zamana kadar öğrenirim" deyince de "e orası öyle de sen yine de başla öğrenmeye" diyor. "Hayır yani beni erken evlendirmeye karar verdiysen söyle de haberim olsun" deyince  ters ters bakıyor :D

İyi vallahi böyle. İşine gelince kocaya gideceksin, işine gelmeyince 5 seneden önce olmaz :D Tabi şimdi siz bunu okuyunca ben evlenmek için bayılıyorum zannedeceksiniz :D Tabi ki hayır. Hiç aceleye gerek yok. Herşey zamanında güzel.

Ayrıca anneciğim bana haksızlık ediyor. Çok güzel pilav yapıyorum. Arada taze fasulye ve bezelye denemişliğim de var. Daha ne olsun :)

***

Aa bu arada, dün akşam yine kapıda babama yakalanır mıyım korkusuyla doğum günü hediyemi aldım :) Ve o kadar mutluyum ki. Annemin bana aldığı kolyeden sonra boynumdan hiç çıkarmak istemediğim ikinci bir kolyem oldu. 

Ve üzerindeki işaret sebebiyle de benim için anlamı çok büyük. Daha önce ona benzer bir kolye beğenmiştim ve sonra bunu kendi kendime almanın bir anlamı yok diye düşündüm. Sevgilimin hiç muhabbeti geçmemesine rağmen bana, ona benzer bir kolye almasına şaşırdım ve görür görmez de onu çok sevdiim :) 

Erkek arkadaşım da " ben onu bir sürü kar taneli, nazar boncuklu, kalpli kolyelerin arasından zorla seçtim. Beğenmene çok sevindim " dedi. Sanırım kuyumcuda çok vakit harcamış :) Aklı sıra fikir edinmek için beni takıcıların önünde durdurup hangisi güzel gibi sorular sorar ben de hiç ilgilenmez, tüyo vermezdim :) Buna rağmen en çok mutlu olabileceğim kolyeyi almasına çok sevindim.

Özellikle de içeri girdikten sonra hediyemi açmadan gelen "Sonsuzum ol :) " yazan mesaj beni o  kadar mutlu etti ki. Sanırım o mesajdan sonra daha değerli oldu kolye benim için.











 Umarım kolye üzerindeki simge ve mesajda yazdığı gibi sevgimiz "sonsuz" olur.  ♥

Onu gerçekten çok seviyorum ve çok mutluyum. Birbirimizi kırmamak, üzmemek için ikimiz de özen gösteriyoruz. Umarım hep böyle oluruz. Uzun zamandır ayaklarım yere basmıyor diyebilirim :)

 Şimdi annemin aldığı kolyeyle birlikte takıyorum ikinci kolyemi. Neyse ki kötü durmuyorlar. İkisinin de zinciri aynı olduğu için sanki birleşikmiş gibi oldular.  İkisinin de bana şans getireceğini hissediyorum. ♣

Kara kara düşünmüştüm oysa ki annemin aldığını çıkarırsam annem darılır mı diye :) Çünkü onunla öylesine bütünleştim ki ayda yılda bir farklı kolye takmak için çıkarıyorum. İkisinin uyumlu olması çok hoş bir tesadüf oldu.

***

Yarın büyük gün sahi. Oy kullanacağız malum. Umarım ülkemiz ve bizim için hayırlı olacak sonuçlar çıkar. 

Şimdiden uykum var yaa oof. Bu ara çok mıy mıy oldum. Erkenden uyuklamaya başlıyorum. Üstelik Cumartesi günü ve 10 buçuğa kadar uyudum sabah ! Neyse biraz son paylaşımları okuyayım da öyle yatayım. 

Hoşçakalın :)




28 Mart 2014 Cuma

Canım Dostuma ♥♥



heryerdenherseydenn bloğunun sahibi Canım Dostum Aylin doğum günüm için o kadar güzel bir yazı yazmış ki şu anda bunları yazmazsam içimde kalacak biliyorum. O yüzden kendimi tutmamalıyım :) Bol resimli bir yazı olacak baştan söyleyeyim :)

Üniversiteye kayıt olmak için sırada beklerken tanıştık Aylin'le. Ve sanırım 4 yıllık üniversite hayatım boyunca karşıma çıkan sayılı doğru insanlardan biriydi. Kayıttan bir süre sonra okul başladı. Ve ilk gün anfide tesadüfen yanyana oturduk. O günden sonra da hep birlikteydik.



İlk sene aynı yurtta farklı odalarda kaldık. İkinci senemizde aynı odaya geçtik. Artık neredeyse 24 saati birlikte geçiriyorduk. Birbirimizin herşeyini bilmek, birlikte gülüp birlikte üzülmek kadar güzel birşey olamaz. 

Ama üçüncü sene Aylin beni yurtlarda bırakıp eve çıktııı :) Ona gittiğimde ne yemek yapalım dediğinde hep yoğurtlu makarna isterdim =) Birbirimizden ayrı arkadaş ortamlarımız da oldu. Ama biliyorduk ki ikimizin yeri hep ayrıydı.



İstanbul'a küçük şehirlerden geldik ikimiz de. O yüzden herkesin samimi olduğunu ve içinde kötülük olamayacağı inancıyla devam ettik bir süre. Ama baktık ki insanlar bir tuhaf, biz böyle oldukça zarar görüyoruz, daha dikkatli seçmeye başladık etrafımızdakileri. Sonra bir de baktık ki -en azından okul açısından- sadece ikimiz kalmışız :) 
Onun dernekten benim de yurttan bir sürü arkadaşımız oldu tabi ama okulda bize yaklaşmaya çalışıp arkadaş olmaya çalışanları ise pek kabullenemedik. Çünkü samimi olmadıklarını biliyorduk.(Merve ve Gamze'yi hiç unutmayacağım Ayliin :D onları gördüğümüz gibi tüymeye çalışırdık :D )



Aynı odada kalırken, gece mutlaka okula gideceğiz diye konuşurduk, sabah olunca da hangimiz önce uyanırsak "okula gidicek miyiiiz" diye gitmeyelim dercesine sorardık :) Sonrada tamam gitmeyelim diye anlaşıp yatıp uyurduk. Aynı ranzada yatıyorduk. Sabahları alarm çaldığında aylinin yukardan sarkan ayaklarını görünce okula gideceğimizin farkına varıp sinirlerim bozulurdu :D

Okula gidince birkaç ders zor sabreder sonra da hemen kendimizi Kadıköy'e atardık. Birlikte çok komik anılarımız geçti. Gülerek hatırladığım o kadar çok şey var ki.


Ama asıl bomba hiçbir zaman okumayacağımız tarzlarda iki kitap setine dünya kadar para verip bir de üstüne senet imzalamaktı. İçime oturdu o paralar. Evlat acısı gibi yemin ediyorum :D Kitaplar şimdi kitaplığımın en arkasında. Çünkü onları gördükçe sinirlerim zıplıyor (= Bir de onları aldıktan sonra  o kadar kitapla otobüse binip inmek üst geçit geçmek tam bir faciaydı. Aylinin kitap kutusu merdivenlerden yuvarlanacakken arkadan gelen bir adam yakalayıp bunlar ne diye sormuştu :D Pişmanlığımız daha yolda başlamıştı zaten.

Mezuniyet balosundaki kuaför faciamız da unutulmazlar arasında. Ne saçımız ne makyajımız istediğimiz gibi oldu. Üstüne bir de geç kalıyorduk neredeyse. 


Son sene okul sonrası için planlar yapmaya başladık. Birlikte eve çıkmayı düşünüyorduk. Ama ben bazı sebeplerden dolayı karar değiştirmek zorunda kaldım ve memleketime dönüp staja burada başladım. Aylin İstanbul'da kaldı. 4 yıl önce kesişen yollarımız yine ayrılmıştı. Ama dostluğumuz hiçbir şekilde etkilenmedi bundan. İstanbul'a uzun bir süre sonra gittim ve Aylin'de kaldım. Dostluğumuzdan hiçbirşey kaybetmediğimizi gördük bir kez daha.



Zor anlarımda hep yanımda canım dostum benim. Telefonda bile olsa onun desteği yetiyor bana. Beni anlayabilen nadir insanlardan biri. Bazı huylarımız o kadar benziyor ki. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz bu yüzden.


Sınav zamanlarımız çok stresli geçerdi. Bir o ağlar ben teselli ederdim. Birkaç saat sonra da ben ağlarım o teselli ederdi. O anlar geçtikten sonra da oh rahatladık şimdi rahat rahat çalışabiliriz derdik :)

Özellikle final dönemlerinde okuldan gelip uyur biraz keyif yapıp yavaş yavaş çalışırdık bir bakardık gece  11 olmuş çalışacak bir sürü şey var. Anlardık ki sabahlama zamanı, yani afedersiniz ama sıçtım mavisini görme vaktiydi :D

Yazdıkça yazasım geliyor. Böyle devam ederse durduramayacağım kendimi o yüzden son vermeliyim artık :)



Canım Dostum Aylin'im senin yerin de benim için ayrı olanlardan. Senin gibi bir dosta sahip olduğum için çok şanslıyım. Kayıt günü tanışıp bir daha hiç ayrılmamak tesadüf müydü değil miydi bilemiyorum. Ama adı her ne olursa olsun bana çok güzel bir hediyesi oldun hayatın. İyi ki varsın. Dostluğumuzun ömrümüzce sürmesi dileğiyle Canım Benim ♥   =)


♥♥♥



Arya'ya Teşekkür Ederimm :)

 
Hazır fırsatım varken bu teşekkür yazımı yazmazsam olmaz. Yüzleri Arayan Kadın  bloğunun sahibi Arya bana bir tavsiyede bulundu ve kullandığım yazı tipinin rahat okunmadığını ve biraz yorduğunu söyledi.
 
Ben bloğumu açtığımda yazı tipini sonra değiştireceğim düşüncesiyle birini seçip bırakmıştım. Ama sonra gözüm alıştı sanırım. Değiştirme gereği hissetmedim. Öyle kaldı. Arya'dan da böyle bir tavsiye gelince değiştirmenin vakti geldi diye düşündüm.
 
Arya'nın kullandığı yazı tipini çok sevdim ve kendisi de kodlarını paylaşabileceği kadar bonkör olduğunu söyleyince hayır demedim tabi (=
 
 Bana mail attı falan ama ben beceremedim bir türlü. Bu işlerden hiç anlamıyorum zaten. Sonra sağolsun kendisi halletti. Biraz uğraştırdım onu. Bana da gerekli ufak düzenlemeleri yapmak düştü sadece.
 
Çok teşekkür ederim Arya. Şimdiden gözüm alıştı. Sayfaya bakınca görüntüden gayet mutluyum :)
 


1 Yaş Daha...


Dün 1 yaşı daha geride bıraktım. Geçen sene yurtta arkadaşlarımın yaptığı sürpriz dün kadar yakın oysa ki. Zamanın hızına yetişmek mümkün değil.

Düşünüyorum da 4 yıllık üniversite hayatımda doğum günümü hep yakın arkadaşlarımla geçirdim. Ve genelde yurda gelip, duştan sonra saçımı kurutmak için banyoya gidip, odaya döndüğümde odanın lambası kapalı,  masada üzerinde mumlarla bir pasta ve tabi ki oda arkadaşlarım.

Üniversite dönemimdeki doğum günlerimi hep böyle hatırlayacağım. Tam unuttular diye düşünürken nasıl da mutlu olurdum. Bu sürpizlerde değişen tek şey kişiler olurdu. Kimisi mezun olur, kimisi eve çıkardı.

Ama hep bu mutluluğu yaşayabileceğim insanlar oldu etrafımda. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Yurttaki arkadaşlarımla genelde birbirimizden hiç hoşlanmadık başlarda. Ama sonra herşey bir anda değişiverdi. Onlardan ayrıldığım zamanki üzüntü çok tuhaftı. Çünkü uzaktasınız ve her gün onlarla aynı odayı, dertlerinizi, mutluluklarınızı paylaşıyorsunuz. İkinci aile gibi bir şey. Birimizin hayatındaki sevinci hemen dışarı çıkıp bir şeyler yaparak kutlardık. Birimiz üzgünsek bu hepimizi etkilerdi.

Bu sene onlardan ayrıyım. En son İstanbul'a gittiğimde görüştük. Görüşmememizin de etkisiyle bu sene doğum günümü hatırlamadılar. Kızgın mıyım tabi ki hayır. Ama hatırlasalardı mutlu olurdum tabi ki. Herkesin kendi dertleri, telaşları var. Benim de bazen ayın kaçı olduğunun farkında olmayışımdan dolayı unuttuğum çok doğum günü olmuştur.

Yine de insan bekliyor. Hatırlanmak güzel şey çünkü.

Lisedeki en yakın 3 arkadaşım Burcu, Görkem ve Gülcan ilk kutlayanlar oldular. Onların yeri o kadar ayrı ki. Lisedeki dostluklar bir başka oluyor. Bir de ilkokul 1 den 8. sınıfa kadar aynı sınıfta okuduğum arkadaşım Pelin. Ortaokuldan sonra da dostluğumuz devam etti. Çok sık görüşemiyoruz ama buluşunca hep aynıyız. Sizi seviyorummm :)

Bu sene de ofiste kutladık doğum günümü. Burada bir gelenek var. Ofisin etrafında bulunan başka işyerlerinde çalışan, samimiyet bulunan herkesin doğum günü tek tek kullanıyormuş her sene. Mesela kutlayacağımız bir dahaki doğum günü Nisan'da. Kimsenin doğum günü atlanmıyor ve herkesin pastası kesiliyor :)

Ben de dahil oldum bu geleneğe artık. Dün kalabalık oldu baya. Dileğimi tuttum, mumları üfledim ve pastamı kestim :) Güzel bir ortamdı.


Geçen yılları düşünüyorum ve kendimi hala çocuk gibi hissediyorum. Geçen zaman beni olgunlaştıramıyor bir türlü :)

Ailemin, dostlarımın, sevdiklerimin ve tabi ki erkek arkadaşımın her zaman yanımda olacağını bilmek harika bir his. Allah kimsenin elinden sevincini de üzüntüsünü de paylaşacağı insanları almasın.

Bu arada erkek arkadaşımın aldığı hediyeyi hala bilmiyorum. Görüşemedik henüz. Çok merakettim ama söylemedi tüm ısrarlarıma rağmen. Akşama iş dönüşünde yine bizim kapıya uğrayıp verecek :) Babam görecek korkusunun verdiği heyecan süper (=

Çok uzun bir yazı oldu yahu. Gideyim artık ben :)

27 Mart 2014 Perşembe

Bir Psikiyatristin Gizli Defteri / Gary Small-Gigi Vorgan

Öncelikle kitabın ilk sayfalarında Woody Allen'ın bir sözüyle başlamak istiyorum yoruma. Benim çok hoşuma gitmişti nedense. "Ah şu modern psikanalistler yok mu! Dünyanın parasını alıyorlar insandan! Benim zamanımda beş Mark'a Freud'un kendisi tedavi ederdi sizi. On Mark'a hem tedavi eder hem de pantolonunuzu ütülerdi. On beş Mark'a Freud kendisini tedavi etmenize izin verirdi... ki buna istediğiniz iki çeşit sebze de dahil olurdu."

Kitabı severek okudum diyebilirim. Çünkü hep merakım vardı psikoloji ile ilgili konulara. Hukuktan sonraki tercihlerim de hep psikoloji bölümüydü. Ama kısmette hukuk varmış demek ki =)

Bir psikiyatristin meslek hayatı boyunca karşılaştığı ilginç hastaları ve olayları içeren bir kitap. Genelde insanların psikolojik rahatsızlıkları diğer hastalıklar gibi algılamadıkları ve bu yüzden bir psikolog yada psikiyatriste gitmekten çekindikleri konusunda vurgu yapıyor. Aslında yazarın da dediği gibi nasıl kolumuz, bacağımız kırıldığında doktora gidiyorsak psikolojik olarak kendimizi kötü hissettiğimizde de bunun farkına varıp kabullenip profesyonel birine danışabilmeliyiz.

İnsan beyninin ve psikolojisinin insanı fiziksel olarak da nasıl etkilediğini, beynimizi neye inandırmak istiyorsak ona inandığını, psikolojik rahatsızlıkların fizyolojik bir çok belirtiye de sebep olduğunu görüyoruz.

Çok tuhaf ve daha önce hiç duymadığım hastalıklar varmış. Mesela çok çok aşırı su içmekten dolayı insanın kanında sodyum oranı düştüğü içtiği için kişi beyninde ve düşüncelerinde bir ağırlaşma ve bulanıklaşma hissedebilirmiş.

Bir olayda da kadın hamile olmadığı halde kendini hamile olduğuna inandırıyor ve bütün belirtiler fizyolojik olarak kendisinde görülüyor. Karnının şişmesi, bulantı, baş dönmesi gibi. Ama aslında hamile değil. Fakat nasıl oluyorsa psikolojik bozukluk fiziksel olarak da etki ediyor. Tedavi etki etmeye başlayınca hamilelik belirtileri de kaybolmaya başlıyor.

Bana ilginç gelen başka birşey ise histerik körlüktü. Vücut bütünlüğüne ilişkin kimlik bozukluğu vardı bir de. Hasta takıntılı bir organı kendine ait hissedemiyor ve ondan kurtulmak istiyor.

Eğer bu tür konulara ilgi duyuyorsanız sıkılmadan okuyabileceğiniz bir kitap. Hatta açık söylemek gerekirse bunu okurken kendimde bazı şeylerin farkına vardım :) Faydalı oldu benim için. Çok takıntılı olup herşeyi kafaya takmamak gerek korktum vallahi :)

26 Mart 2014 Çarşamba

MİM MİMİ MİMİ (=

SADE VE DERİN 'den gelen yeni bir mimle karşınızdayım :) Baktım ki Deep başlığa MİM MİMİ yazmış benim de MİM MİMİ MİMİ yazasım geldi. Delirdim galiba ben (= Neyse başlıyorum. Aşağıda yazdığım blogdaşlar dışında da dileyen herkes yapabilir bu mimi. Böyle Deep'in de dediği gibi böylece bir çok yeni blog tanıyabiliriz. 


Takipte olduğum, sayfasına bakmadan geçmediğim bloglar:

   2 Balık 1 Kedi

   Aşkın Bedenlenmiş Halleri

   bi yerden başlamak lazım:)

   Bir Delinin Pembe Defteri

   Buralı Olmayanlar Lokali

   Göçebe Düşünceler

   Hayal Gemisi

   heryerdenherseydenn

   Keyaki'nin Defteri

   Kızlı Erkekli Kedili

   MELODRAM

   O da var, Buddha.

   Parçalanmış Gülüşler

   Persephone Güncesi

   Portakal yiyen kedi

   RENKLİ HAYALLER

   Sonsuz...

   Titania'nın Çöplüğü

   Ya hep ya hiç

   ZAMSKA


Deep bunların içinde sen de varsın biliyorsun ki =) Teşekkür ederim. Bunları tek tek yazarken bir kez daha mutlu oldum blog hayatıma girdiği için :)

Nice nice mimlere diyorum =) Hoşçakalınn..






Beyin Pes Eder Mi? Eder Tabi

Merhaba (=
 
Dünkü karamsarlığımdan kurtuldum sayılır. Hatta arada bir çıkıp varlığını hissettiren güneşi gördükçe daha iyi oluyorum.
 
Ama bugün kafa olarak beni yoran bir gün oldu biraz. Bu işin tatlı yanı tabi.
Avukat Bey gelip önüme kapkalın bir klasör koydu. "Klasörde aynı kişiye ait birden çok dava dosyası var. Bunları oku, sonra en sondaki tazminat davası dilekçesine cevap dilekçesi yaz" dedi ve gitti.
 
Tamamen konsantre olup büyük bir hevesle okumaya başladım dosyaları. Bir yandan da olayları tam kavrayabilmek için küçük notlar alıyorum.
 
İlerledikçe olaylar karışmaya başlıyor. Bir sürü tanık bir sürü olay, kafam allak bullak oldu. Sonunda tazminat davası için yazılan dilekçeye ulaşabildim.
 
Sıra geldi nasıl yazmalıyım, nerden başlamalıyım? Düşün düşün yok başlangıcı yapamıyorum. Beni en çok yoran kısım başlangıç oldu zaten. Kafamda yazacağım şeyleri biraz toparladım. Bir başlasam gerisi gelecek ama boş Word sayfasına bakıyorum uzunca bir süre.
 
Sonunda birkaç cümle ile başladım. Sonra beğenmedim sildim. Başka bir şekilde başladım. Bir baktım kaptırmışım kendimi. Word sayfası dolmaya başladı yavaş yavaş. Başlayınca devamı çorap söküğü gibi geliveriyor.
 
Bir de insan yaptığı şeyi kusursuz yapmak istiyor. Hatasız olsun istiyor. Ama bu benim için imkansız şu an. Çünkü yeni mezun oldum. 4 yıl boyunca üniversitede sadece doktrinde böyle doktrinde şöyle den başka bir şey öğrenmedik. Asıl öğrencilik şimdi başladı diyebilirim yani.
 
Sonunda bitirdim cevap dilekçesini. Dosyayı kapatıp bir oh çektim. Bir de baktım saatler geçmiş. Zamanın nasıl geçtiğini bile farketmemişim. Beynimi o kadar çok yormuşum ki kendimi kaptırıp kahve içip bir süre dinlenince kendime gelebildim.
 
Avukat Bey gelince birlikte kontrol ettik. Yazmam gereken asıl önemli noktaların hepsini yazmışım, hiçbiri kaçmamış gözümden en çok da buna sevindim. Çünkü gerçekten özen göstererek yazdım. Avukat beyin gelip her satırı sildirip tekrar yazdırmasından korktum. Sinirim bozulurdu çünkü biliyorum kendimi. Her satırı didik didik ettim. Sadece fazladan ve gereksiz olan birkaç ayrıntıyı çıkardık. Onları yazmanın bir etkisi olmayacakmış.
 
O kadar mutlu oldum kii. "Eğer çok fazla hatam olsaydı moralim bozulabilirdi" dedim avukat beye. O da "kaç senelik avukatların ne hatalarını gördük biz. Bu işler zamanla, tecrübeyle, hata yaparak öğrenilir sen yeter ki hevesini kaybetme" dedi.
 
Tecrübe kazanmak için önümde uzun yıllar var. Özellikle de zırt pırt kanunların değiştiği günümüzde tecrübe daha da zor kazanılır hale geldi.
 
Kısacası bugün düne göre mutluyum, pozitifim :) Az önce yemeğimi yedim, keyif çayımı da içtim. Karnım tok, sırtım pek. Daha ne olsun (=
 


25 Mart 2014 Salı

Çekilmez Ben


Canım çok sıkılıyor bugün yaa. Havanın yağmurlu olmasının da etkisi var tabi. Camdan baktıkça içim sıkılıyor. Sevmiyorum böyle havaları. İçimi daraltıyor. Psikolojim alt üst oluyor resmen. Ay ne çekilmez bir şey oldum böyle :)
 
Sabah da nasıl olsa hava güneşli olur diye incecik giyindim. Bir yerlerim dondu ofise gelirken. Şimdi dönüşü düşünüyorum kara kara.
 
Tembelliğim de üzerimde aynı zamanda. Bugün hiçbirşey yapmadım desem yeridir. Anlayacağınız  yorgunum demeye hakkım yok. Bilgisayar başında o siteden o siteye gezinip durdum koca gün. 2 Saat sonra da eve gideceğim zaten. Puuf ne sıkıcı birgün geçirmişim ben bugün yaa.
 
Gülücüksüz yazılar yazmaya da hiç alışık değilim ama kusuruma bakmayın bugünlük :)
 
İnternette gezinirken bulduğum şu fotoğraf ve satırlar içimi bir tuhaf yaptı yahu. Bazen insan "neden" diye sorgulamadan edemiyor.
 
 
Nazi kampında bir mahkumun hücre duvarına yazdığı cümle:
" eğer tanrı varsa, onu affetmem için ayaklarıma kapanmalıdır! "
 
Ayy daha fazla içinizi karartmayayım da gideyim en iyisi :) Yarın güneşli birgüne uyanırım umarım. Ben bile kendimi çekemiyorum böyle.
 
Akşama iç açıcı bir yazıyla dönerim belki. En azından öyle umuyorum :)
 
Aaa okuduğum kitap bitmek üzere onunla ilgili yorumlarımı yazarım. Evet, evet kitabımı bitireyim bari. Hoşçakalıınn =)
 
 

Takdir Etmek Lazım

 
Malum seçimlere çok az kaldı. Her gün parti arabaları müzik sesini açarak dolaşıyor sokaklarda. Gece olunca da her partinin adayları belirledikleri yerlerde konuşmalar yapıyorlar. Vaatlerini anlatıp duruyorlar.
 
Bir akşam CHP ve AKP adayları ve peşlerindeki insan grubu cadde üzerinde karşılaşıyorlar. Her iki arabadan gelen müzik sesi de kapatılıyor. Ve her iki grup da sessizleşip sadece birbirlerini alkışlıyorlar. Uzaklaşana kadar bu böyle devam ediyor.
 
Bu manzaradan sonra düşündüm ve olması gereken budur dedim. Tepedekiler birbirini yesin dursun. Ama ben bu gördüğüme çok çok sevindim.
 
Keşke ülkenin her yerindeki manzara bu olabilse. Birbirimizi ötekileştirecek şeyler olmasa. Belki o zaman demokrasiye bir adım daha yaklaşabiliriz.
 
Belli mi olur? Belki... Bir gün..

24 Mart 2014 Pazartesi

Geldim Kiii =)

Merhaba, ben geldiiim =)

Özlemişim yaa. Ama bugün işte olduğum için sadece şöyle bir göz atabildim paylaştıklarınıza. Bir sürü mim gördüm. Hepsini okuyacağım en kısa zamanda :)

Son yorumları da görünce ayrıca bir mutlu oldum.

Haftasonları her zaman çabuk geçiyor. Ama bu haftasonu daha bir hızlıydı. Hemencik geçti lanet olası zaman :)

Çok güzel bir haftasonuydu. 2 günlük bir Edirne gezisi oldu benim için. Hava da yaz gibiydi. Ve 2 günü sevdiğim insanla geçirmek kadar güzel bir şey yok sanırım, bunu anladım. Mutluluktan uçuyorum diyebilirim ♥ :)


Giderken yanıma alacaklarımı hazırlarken o kadar çok düşündüm ki. Fazla bir şey almayayım, iki gün kalacağız sonuçta diyorum ama yok. Bir bakıyorum yine dolmuş çanta. Bir sürü gereksiz şey. Bazılarını kullanmayacağımdan adım gibi eminim. Ama hiçbirinden de feragat etmek istemiyorum. Bir doldurup bir boşaltıyorum. En sonunda ayarladım bir şekilde.

Giderken yolculuk kısmında çok eğlendim. O kadar dırdır yaptım ki beyefendi beni duymamak için müziğin sesini sonuna kadar açtı (= Bir de bağıra bağıra şarkıya eşlik etmiyor mu iyice deliriyorum. Ben de kendimi duyurmak için yırtınıp duruyorum.

Sonunda dayanamadım yol boş diye direksiyonu kırdım "yaaa napıyosun kaçla gidiyoruz farkında mısın bunun şakası mı olur" tepkisinden sonra müziğin sesi kısıldı. Çok etkili bir yöntemdi :D Artık rahat rahat dırdır edebilirdim (=

Sonra bir de " neyse ki dönerken saat çok erken olacağı için makyaj falan yaparsın arabada, ben de kafamı dinlerim " demez mi :D

Bu takılmalarına hiç bozulmuyorum. Hatta hoşuma bile gidiyor diyebilirim :)

Yaşanan tek kötü şey Edirne'ye vardık ve arabadan indiğimiz gibi yolda kaza oldu. Bir motosikletle araba çarpıştı. Ayağımız uğursuz mu geldi ne. Ama kimseye bir şey olmadı neyse ki.

2 gün boyunca her şey harikaydı. Tabi bir de dönüşü var. Gece, sabah uyanmak için alarm kurarken o kadar mutsuzdum ki.

 Saat 6 da, sabahın köründe işe yetişeceğiz diye yola çıkmasaydık daha güzel olurdu. Afedersiniz ama karga *okunu yemeden yola koyulduk :)

Hava aydınlanmaya yakındı. Sokakta da kimsecikler yoktu. Sadece kuşların sesi. Her ne kadar uyanmış gibi görünsem de beynimin devre dışı olduğuna emindim.

Ve dediği gibi de oldu. Dönerken uykum olduğu için hiç sesim çıkmadı bir süre yolda. Sonra kendime gelmeye başladım. Kol çantamdan hemen makyaj çantamı çıkarıp arabanın aynasında makyaj yapmaya başladım (= Hareket halindeyken biraz zor oldu ama olsun. En azından uykusuzluktan moraran gözaltlarım daha iyi görünüyordu :)

Kırklareli il sınırına geldiğimizde mutsuzluğum iki katına çıktı ne yazık ki. Biraz daha zamanımız olduğu için birlikte kahvaltı yapabildik Allahtan.

Sonra o işe ben de işe :(

En kötü kısmı da 2 günü birlikte geçirdikten sonra işe gidince saatlerce hiç konuşamamak. Bunun da etkisiyle hem moralim bozuk hem de yorgundum. Ama akşam olunca bir şeyim kalmadı. Adapte oldum yeniden normal hayatıma devam ediyorum :)

Neyse nankörlük yapmak istemiyorum geçen 2 güne :)

Sabah büroya geldiğimde ayılamadım öğlene kadar. Sonra kendime geldim yavaş yavaş.

Haftanın ilk günü de bitmek üzere. Zaman çok hızlı çok :)

Keşke herşey bir rüya gibi hızlıca bitmese. Ama maalesef...

Sonuç olarak bu iki gün bize çok şey kattı diyebilirim. Sevmek, güvenmek ve hayaller kurmak gibisi yok.



♥♥♥





22 Mart 2014 Cumartesi

Minicik Bir Veda (=

Merhaba  :)

Minicik, kısacık bir veda için geldim bu saatte. Aslında çok çok yorgunum. Gözlerim kapanıyor desem yeridir.

Vedalar hep buruk olur genelde ama ben mutluyum kiii =) Çünkü çok güzel ve bol kalpli bir haftasonu beni bekliyor (= P.tesi gününe kadar yokum buralarda. Merak eden olur belki söyleyeyim dedim :)

Ayrıca şu anda son yayınlananları okumamak için kendimi zor tutuyorum. Okumaya başlarsam hayatta gidemem. O yüzden kendimi tutmalıyım. Geldiğimde kaldığım yerden devam edeceğim :)

Ayy o kadar alışmışım ki buraya birkaç gün ayrı kalmak zor gelecek vallahi. Niye bu blog işine daha önce başlamamışım ki ben ya. Pişmanım hem de çok :)

Kendinize iyi davranın ve musmutlu, huzurlu, sevdiklerinizle güzel bir haftasonu geçirin emi =)

Ay bir özleyin beni anacım demediğim kaldı. Neyse uyku başıma vurdu, daha fazla saçmalamadan gideyim ben :)

İyi geceler herkese :)




21 Mart 2014 Cuma

Demokrasinin "Kökünün Kazındığı" Anlardan Biri Daha!!

Erdoğan Gökdere'de yaptığı mitingde özgürlük ve iletişim hakkına bir nebze olsun saygısı olmadığını k"Twitter'ın kökünü kazıyacağız" diyerek bir kez daha göstermiş oldu. Bu da "demokrasinin ve özgürlüklerin kökünü kazımak" için atılan adımlardan biridir benim gözümde.

Keşke biraz da bir devletin başbakanına yakışır cümlelerle konuşabilmeyi öğrense.

Artık siyasetçilerin mitinglerde,sözlerle birbirlerine kedi köpek gibi saldırmasını izlemekten midem bulanmaya başladı.

Devlet organlarında yer alanlar bile bu kadar saldırganken halkın da agresifleşmesi gayet normal. Her  şey yukardan aşağıya kademeli olarak aktarılıyor bence.

Eleştirilmeye karşı bu kadar tahammülsüz olan bir adam daha görmedim. Madem için çok rahat bırak ne yazarsa yazsın insanlar. Neden baskıyla karşıt görüşleri yok etmeye çalışıyorsun ki? Bırak eleştirsinler istedikleri kadar. Nereye kadar yaptığın baskıyla uyutacaksın insanları?

TİB'den konuyla ilgili açıklama şöyle: "Twitter'a erişim İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı kararı doğrultusunda kapatılmıştır."

Devletin adalet sisteminin bu şekilde kullanılması ise daha çok canımı sıkıyor. Zaten başımıza ne geldiyse "emir kuluyuz, ne isteniyorsa onu yapıyoruz" demekten geldi. Başkaldırmayı hiçbir zaman öğrenemedik.

Ama derler ya "yarası olan gocunur" Başka bir tarifi olamaz bu yapılanların.

20 Mart 2014 Perşembe

Dolunay

Herkesin uyumasını fırsat bilip odasına geldi kadın.. Sabahtan beri sebebini anlayamadığı bir şeyden dolayı morali bozuktu, bunalmıştı..

Yatağına uzandı, üzerini örtmeden.. Perdeyi araladı ve gökyüzünde kocaman cüssesiyle onu karşılayan dolunayı gördü. Kalktı perdeyi sonuna kadar açtı. Oda apaydınlık oldu. Etraftaki cisimleri rahatça seçebiliyordu gözleri.

Mahalledeki evleri izledi bir süre. Kiminin ışıkları hala açıktı, kimileri ise çoktan uykuya dalmıştı. Dışarıyı izleyerek uzun zaman geçirdi. Mahallede uyanık olanların sayısı azaldıkça penceredeki ışıklar da azaldı. İşte şimdi yalnızdı. Dolunayla başbaşa.

Başını yastığa koydu. Gökyüzünü, dolunayı izlemeye devam etti. O kadar yakın ve parlıktıki uzansa dokunacaktı sanki. İki damla yaş süzüldü gözlerinden yastığa. Sonra hıçkırıklara boğularak ağlamaya başladı. Evdekiler duymasın diye hıçkırıklarını boğmak istercesine ağzını kapatarak ağlıyordu.

Ama neden? Canını bu kadar acıtan neydi? Bilmiyordu yada bilmek, anlamak istemiyordu. Ağlamaktan gözleri şişmiş, yastığın belli bölgeleri gözyaşlarıyla ıslanmıştı.

Dolunayı suçladı. Belki perdeyi araladığında onu görmeseydi yatıp uyumuş olabilirdi. Onun yüzünden, onun düşündürdükleri yüzünden bu hale gelmişti.

Kimsenin yanında böyle ağlayamazdı. Zayıf görünürdü yoksa kadın, güçsüz, acınası... Bir tek dolunay bilirdi bu halini. İçini nasıl döktüğünü sessizce izlerdi. Teselli de etmezdi, ağlama hiç demezdi. Sadece öylece bakardı.

Göz kapakları hem yorgunluktan hem de ağlamaktan ağırlaşmıştı. Kapanmamak için mücadele eder gibiydi.

Saatin tik takları dolunayın kaybolacağının habercisi gibi şiddetini artırırdı sanki. Hadi yeter artık sabah yapacak işlerin var. Yat artık kapat perdeyi derdi sanki akreple yelkovan.

Alarm çaldığında yataktan fırladı kadın. Perde hala sonuna kadar açıktı. Ama dolunay yerine parlak bir güneş ve masmavi gökyüzü onu bekliyordu.

Şimdi güçlü görünen maskesini takıp kendini sokağa atıp rutin işlerin peşinde koşma vaktiydi.

 İyiyim iyi, kendime geldim diye düşünerek hayatın içine bıraktı kendini. Oysa gece tekrar dolunayı bekleyeceğini biliyordu pencerede. Gelir miydi ki ? Tabi ki gelecekti....

19 Mart 2014 Çarşamba

Sade ve Derin'in "Çalıkuşu" Mimi ve "En Sevdiğin" Mimi :)

Başlığa bakınca bu ne yaa demeyin. İçimden öyle geldi ne yapayım :)

ÇALIKUŞU MİMİ

SADE VE DERİN bloğunun yazarı Deep beni mimledii :) Ben de geç kalmadan hemencik başladım yazmaya. Vakitten bol ne var değil mi ama :)

Mimin konusu "İlk anılarımız nelerdir? Hangi yaşa kadar inebiliyoruz?"

Bu mim konusu Çalıkuşu romanını okurken aklına gelmiş ve değişik bir konu olmuş, sevdim :)

Ben ilk anım olarak babaannemin cenazesini hatırlıyorum. İki buçuk yaşındaymışım o zaman. Anneannemin yanında durmuştum hep. O kalabalığı ve üzerimdeki annemin ördüğü sarı hırkayı çok net hatırlıyorum. Kötü bir ilk anı benim için. Kalabalığa ve insanların ağlayışına anlam veremediğimi hatırlıyorum. Aslında iki buçuk yaş çok erken ama çok etkilenmişim demek ki.

Daha sonraaa 4 yaşımdayken kağıt bebeklerim vardı. Onlarla oynamayı çok severdim. Bir  gün balkonda unuttuğum için yağmurdan hepsi ıslanmış ve mahvolmuştu. Evde ağlarken ortalığı yıktığımı hatırlıyorum =)

Sonracığımaaa annem, ablamlar, halamlar hepimiz dedemin evindeyiz. Annem o zaman 3 yaşında olduğumu söylüyor. Annemin ortadan kaybolduğunu farkedip "dede annem nereye gitti" diye soruyorum dedeme. O da "sizin eve gitti kızım. hemen geri gelecekmiş" deyince kimseye çaktırmadan çıkıyorum sokağa. Taaa dedemin evinden bizim eve geliyorum tek başıma. Annem beni görünce deliriyor tabi sen nasıl tek başına geldin, nasıl geçtin karşıdan karşıya caddeden ya sana birşey olsa diye başlıyor azarlamaya. Sonra arkadan herkes tek tek dökülüyor ablamlar önde halamlar arkada en arkada da dedem bastonuyla :) herkes farketmiş yokluğumu. Bir azar da onlar yiyor tabi annemden. Kaç kişi bir çocuğa göz kulak olamadınız diye.

Bir de 4-5 yaşlarımda ablamı sigara içerken gördüğüm zaman yada sigara içmek  için odaya kapandığını anladığım zaman hemen anneme koşar "anneee ablam sigara içiyooo" diye yetiştirirdim :) Sonra annemin ablamı tam o anda yakalayıp azarlamasından büyük bir keyif alırdım nihaha :D

Aklıma gelenler bunlar :) Teşekkür ederim Deep bunları hatırlatıp yazarken güldürdün beni :)

Şimdi benim hazırladığım mime geçiyorum. 

EN SEVDİĞİN MİM'İ =)

Soruları nedenleriyle birlikte cevaplarsanız çok mutlu olurumm =)

1-  En sevdiğin şarkı?

2-  En sevdiğin roman?

3-  En sevdiğin çizgi film karakteri?

4-  Çocukluğunda en sevdiğin oyuncağın?

5-  Şimdiye kadar aldığın en sevdiğin hediye?

6-  Odanda, sana ait olan en sevdiğin nesne?

7-  En sevdiğin yemek?

8-  En sevdiğin hayvan?

9- Ailen dışında onsuz yapamam dediğin en sevdiğin kişi veya kişiler?

Kendi cevaplarımı da yazayım bari. Eksik kalmayayım :)

1- Mabel Matiz/Pişman Olduğun Zaman
    Bu şarkıyı Sezen Aksu'dan dinlemek de ayrı güzel oluyor. Neden çok seviyorum derseniz içime işleyen bir şarkı diyebilirim. Çok mutluyken bile psikolojimi etkileyip beni hüzünlendirebiliyor :) Normalde kolay kolay etkilenmem. Ama bu bir başka :)

2- Dostoyevski/Suç ve Ceza
    Raskolnikovla kendimi öyle özdeşleştirerek okumuştum ki, yıllar geçmesine rağmen hala favori kitabım. İkinciye okuyayım hatta bir ara.

3- Bugs Bunny
    Her zaman çok zeki bulmuşumdur onu. Konuşmasına ve havuç yiyişine bayılırdım :)

4- Barbie bebeklerim ve benzerlerinden defalarca aldırdığım mutfak eşyaları. Tencere tabak bardak vs :)  Bunlarla kendimi hayal dünyasında bulup evcilik oynamak kadar keyifli birşey yoktu :)

5- Annemin doğum günümde aldığı kolye. 
    Sevmemin nedenlerinden biri yüzsüz bir şekilde doğum günü hediyemi kendim seçmem :) ve boynumda olmadığında kendimi eksik hissediyorum.

6- Kocaman pembe ayıcık :)
    Özel birinden alınan ve odada kocaman ama bir o kadar da sevimli cüssesiyle her zaman ben buradayım der gibi bakan ayıcığı kim sevmez ki :)

7- Fırında tavuk ve patates
    Çok yemek seçiyorum. Beni en mutlu eden yemek bu :) Bir de yemek yapmayı bilmediğimden olsa gerek tek başıma yapabildiğim için seviyorum :)

8- En sevdiğim hayvan kuş. Hem bakımı kolay hem de çok sevimli. Bir de konuşabiliyorsa daha ne olsun :)

9- Erkek arkadaşım ve yakın dostlarım.
    Bazen ailemle paylaşmadığım şeyleri de paylaşabildiğim için hayat onlarla güzel :)

Şimdi mimleme vaktiii :)

2 Balık 1 Kedi,
Bir Delinin Pembe Defteri, 
Bir Dilim Limon, 
Buralı Olmayanlar Lokali, 
Keyaki'nin Defteri, 
Titania'nın Çöplüğü
Persephone Güncesi

 
Yukardaki iki mimden istediğinizi yapabilirsiniz. Buyrun bakalım, Kolay gelsiiin :)


İLK MİM =)

 
Günaydın Herkese :)
 
Bir Delinin Pembe Defteri  bloğunun sahibi beni MİM'lemiş. Çok mutluyumm. Çünkü bu benim ilk MİM deneyimim :) Çok teşekkür ediyorum kendisine ve cevaplamaya geçiyorum.
 
 
1- Neden Dördüncü Tekil Şahıs?
 
    Öncelikle beni anlatacak bir blog ismi olmasını istedim. Ama sonra baktım ki isim beğenemiyorum. Böyle giderse ben günlerce açamam bu bloğu dedim kendi kendime.
 
   Genelde benden, hissettiklerimden, yaşamımdan bahsedeceğim bir blog olacağı için önce "ben" yani birinci tekil şahıs olsun dedim. Sonra da amaaan neden birinci olacakmış dördüncü olsun dedim :) "ben, sen ve o" dışında bıraktım kendimi.
 
    Yani üzerine çok düşünmeden bir anda çıkmış bir isim oldu. Öyle çok özel bir sebebi yok. Ama seviyorum "Dördüncü Tekil Şahıs"ı :) Benimsedim yani baya :) Belki bir gün çok düşünerek isme karar verip ikinci bir blog açarım kim bilir :)
 
2- Hayat Felsefemi Belirleyen Söz?
 
    Bugünün hayatını bugün yaşa,    Çünkü hayat değiştirilebilir bir elbise değildir...      Roy Edward Disney
 
    Uzun zamandır süren anı yaşama daha doğrusu anı yaşayamama problemim vardı. Çok şükür ki aştım bunu. Artık yaşadığım her gün, her an çok değerli benim için. Özellikle de içinde bulunduğum an. Yani yaşasın Carpe Diem diyorum :)
 
3- Kendimle ilgili 3'ü doğru 4 şey ? (hangisi yalan biz bulalım demiş Bir Delinin Pembe Defteri :) )
 
   * Bir kitabı sevmesem bile yarım bırakamam.
   * Çevremdekiler bana sorumluluk yüklediğinde hata yapmaktan korkarım.
   * Telefonum çoğu zaman sessizdedir. O yüzden bir arayan bir daha arar. 
   * Bir şeye üzüldüğümde nasıl ağlıyorsam sinirlendiğimde de aynı ağlama performansımı gösterebilirim.
 
 
İlk MİM deneyimimi tamamlamış bulunmaktayım :) Bir Delinin Pembe Defteri şöyle demiş:
"Kişisel blog yazarları için eğlenceli olabileceğine kanaat getirmiş bulunduğum kısa 3 soruluk bir MİM yazısı hazırladım; ama kişisel bir blog sahibi olarak eminim ki uzun yazılar yazmadan geçemeyeceğimiz 3 uzun cevaba da vesile oldum :)"
 
Kesinlikle çok eğlenceliydi. Büyük bir keyifle yazdım :) 3 soruluk kısa bir MİM gibi görünse de cevaplarım gayet uzun gördüğünüz gibi :)
 
Çok teşekkür ederim tekrar kendisine :)

Yorumlarda yapılan hatırlatmayla MİM'i  dağıtma vakti :))

        SADE VE DERİN
        heryerdenherseydenn
        bi yerden başlamak lazım:)
        Kızlı Erkekli Kedili

Ben sıramı savdım. Buyrun bakalım blogdaşlar :)

1- Neden '' BLOG ADIN'' ?
2- Hayat felsefeni belirleyen söz
3- Kendinle ilgili 3'ü doğru 4 şey söyle...(hangisi yalan biz bulalım)




 
 
   
 
 

İnsan Olamaz!!

4. sınıf öğrencisi küçük bir çocuk... 45 yaşında insanlıktan çıkmış bir adam.. Yaşadığım şehirde, Kırklareli'de işlenmiş iğrenç bir cinayet. 3 gündür haber alınamayan küçük çocukla ilgili bir gelişme var mı diye heyecanla bekliyordum haberleri. Kötü bir şey olduğunu az çok tahmin edebiliyor insan. Koca 3 gün bu. İyi bir şey düşünmemiz neredeyse imkansız.
 
Ve haberlerde çocuğun ellerinin bağlanarak tecavüz edilip sonrasında boğularak öldürüldüğünü, cesedinin de mezarlığın orada bulunduğunu öğrenince içim acıdı. Üzüntü ve öfkeyi bir arada yaşadım.
 
Bir "insan" nasıl yapabilir bunu? Nasıl bir ruh hastalığıdır bu?
 
Nerede yaşanırsa yaşansın üzücü bir olay bu. Ama insan yaşadığı şehirde böyle bir olayın yaşandığını duyunca daha fazla etkileniyor. O çocuğun yerinde bir yakınımın da olabileceğini düşünüyorum sanırım.
 
Önceden küçük yerlerde böyle iğrenç olaylar yaşanmazdı. Büyüklerimizden de böyle duyardık. Buralar küçük yerler kızım, burada yaşanmaz böyle şeyler derlerdi annelerimiz babalarımız. Ama artık vahşetin büyük yeri küçük yeri kalmadı. İçinde vicdan olmayan, insanlıktan nasibini almamış şerefsizler her yerdeler.
 
Bu adam birkaç yıl sonra eninde sonunda çıkacak cezaevinden. Azıcık da olsa akıllanmamış olacak. Çünkü değişemez. Bu kadar hayvan, bu kadar vicdansız ve şerefsiz olan bir adama ne yaparsanız yapın değişmez.
 
Değişmemiş bir şekilde çıkacak ve yine çocuklarımızın canına kıyacak. Çıkmaması lazım bunların cezaevinden. Ömür boyu orada kalmalılar. Orada ölmeliler, gün yüzü görmeden. Yeniden suç işlemek için toplum içine bırakılmamalılar.
 
Ne yapsın şimdi o anne baba? Nasıl dayansın bu acıya? 

17 Mart 2014 Pazartesi

Yalnızlığın Sesi



İnsan ne çabuk alışıyor herkese, her şeye... Hatta olmaz, hayatta alışamam dediği şeylere bile...Şaşırıyorum bazen kendime. Ne çabuk diyorum... Ama bazen de bu çabukluk en güzeli. Eğer mutlu ediyorsa tabi...

İnsanoğlu seviyor bir şeylere yada birilerine bağlanmayı, alışmayı, onsuz olamayacağını düşünmeyi. Halbuki bu dünyaya gelirken de yalnızız, bu dünyadan giderken de...

Ne tuhaf bir çelişki; başlangıç ve bitişi yalnız yaparken, o aradaki uzun ama bir o kadar da kısa çizgide yalnız olmaya katlanamıyoruz. Hep biri veya birilerini istiyoruz yanıbaşımızda.

Aslında bir anlamda da her zaman yalnızız. Yanımızda eşimiz, sevgilimiz, anne, bababamız, çocuklarımız olsa bile... Çünkü içimizde bizden ayrı bir "ben" var. Ve o kimseyle olamıyor. Sadece kendisi, bir başına...Bu yüzden uzaklaşıyoruz etrafımızdakilerden. 

Biz sadece o "ben" e eşlik ediyoruz bu zamanlarda,kimseyi istemediğimiz zamanlar bunlar. Yalnızlığın sesini içimizdeki "ben"in sesi bastırıveriyor aniden. 

Ona eşlik ederken de kimi zaman çok iyi anlaşırken, kimi zaman ters düşüyoruz ve yalnız bırakıyoruz onu, yine bir başına... Arada bize seslenişini duyar gibi oluyoruz. Bazen kulak verirken o sese, bazen de duymamış gibi yapıyoruz. Yani ben öyle yapıyorum en azından. 

Duymamış gibi davranmak işime geliyor çoğu zaman. Her şey daha bir kolaylaşıyor sanki. Böyle yapınca o da yalnız kalıyor ben de. 

Biraz sus olur mu? Yokmuşsun gibi davran. Hey "sen" evet, sana diyorum. Azıcık sus, pılını pırtını topla da biraz "yalnız" kalmama izin ver diyorum... Susuyor. Böylece kimse kimsenin işine karışıp akıl vermeye kalkmıyor. Oh ne güzel.

Bunları bana yazdıran yalnızlığın sesi.

 Sessizliğin anlamı bu sanırım: Yalnızlığın sesi. Onu dinliyorum bu gece. İçimdeki "ben"i de attım bir köşeye ne hali varsa görsün...

İyi geceler herkese...