31 Ocak 2014 Cuma

Yapabilir miyim ki?

Şu pembe vosvosta oturup denizi izleyip düşünesim var. Sarı olanda da tanımadığım biri olsun. Camdan cama derdimizi anlatalım birbirimize. Dertleştikten sonra da defolup gidelim evlerimize. Sanırım yalnızlıktan kafayı üşütüyorum.

Bazı huylarımdan nefret ediyorum. Bazı endişelerimin ve üzüntülerimin mutluluğumu sevincimi gölgelemesine sinir oluyorum. Bunu etrafımdaki insanlara yansıtmaya ise apayrı sinir oluyorum.

Şu an hayatımda tek bir olumsuzluk var. Ama o tek birşey herşeyi mahvetmeye yetiyor bazen. Diyorum ki kendime hayatı ikiye ayır. Bir yanda mutluluklarım diğer yanda mutsuzluklarım. Birinin diğerini etkilemesine izin verme, mutluluğuna gölge düşürme.

Ama yok arkadaş olmuyor işte. Yapamıyorum. Ne dersem diyeyim boş. Ne kadar umrumda değilmiş gibi davransam da beynimin bir köşesinde vırvırvır hiç susmuyor. Denemeye devam yine de. Belki birgün beceririm ne dersiniz? Yapabilir miyim ki ?

Bu ara tek çareyi uykuda buluyorum. Doyamıyorum uyumaya. Çünkü o sıkıntıdan uzaklaşabildiğim tek yer uyku. Hatta bazen uykuda bile rahat yok. Rüyama giriyor. Bazen neredeyse 12 saat uyuyorum. Kalkınca da sinirleniyorum kendime neden bu kadar uyuyorum diye. Zaten kaç yıllık ömrüm var uyku vakit kaybı diye düşünüyorum :)

Bu arada ananem hastaneden çıktı. Bize getirdik. Keyfi gayet yerinde. Türkü söyleyip neşelendirdi bizi bütün gece :) Ameliyattan sonra daha da iyi olur inşallah. Bu neşesi hiç eksik olmasın.

Ablamın oğluyla ananemi video çektim. Yeğenim 1,5 yaşında. Ananem türkü söylüyor. O oynuyor. O kadar sevimliler ki :) Torununun oğlunu görmek nasıl bir duygudur acaba? Yeğenimin adı Koray. Ananem sürekli unutuyor adını. Kamil diye sesleniyor. Kamil gel oğlum karanlık orası gitme öcüler var orada :D Her defasında kahkaha atıyorum. Sürekli anane Kamil nereden çıktı Koray Koray dememe rağmen yine unutuyor. Artık umudumu kestim düzeltmiyorum. O Kamille gayet mutlu :)

Ben gülünce hemen gülün gülün siz de yaşlancaksınız. Biz de sizin gibiydik bir zamanlar deyip alınır gibi oluyor. Ama sonra yine kıyamıyor bana :) Klasik ihtiyar tripleri =)

Ömür ne garip şey. Hem çok hızlı hem çok yavaş. Bazen son hızda ilerlediğini düşünüyorum. Bazen de tospa gibi.

Tek dileğim sevdiklerim hep benimle olsun. Başka birşey istemiyorum.


30 Ocak 2014 Perşembe

Son Fotoğraf Olmasın


Bugün hastaneye ananemi ziyarete gittim. İki gün kadar yoğun bakımda kaldı. Bugün odaya almışlar. Önce ablam gitti. Hemen beni sormuş geldim mi gelmedim mi diye. Gözleri de çok iyi görmüyor. Teyzemin torunu odaya girince onu ben zannetmiş. " Ah benim güzel kızım gelmiş. En çok onu seviyorum ben "demiş. Tabi ablam hemen beni aradı. "Ananemi ayrı odaya aldılar seni görmek istiyor galiba" dedi. Hemen hastaneye geldim. 

  Odasını buldum. İçeriye girince sevindi tabi. Kıyamam ona... Aynı çocuk gibi. Yaşlılık insanı gerçekten çocuklaştırıyor. Bana sımsıkı sarıldı. Beklediğimden iyi gördüm onu. Keyfi de yerindeydi. Sürekli gülecek birşeyler buldu kendine. Bizi de güldürdü tabi :) Kulakları da iyi duymadığı için bizim söylediklerimizi yanlış anlayıp çok alakasız cevaplar verince komik anlar yaşanabiliyor :) 

  Bana "İnşallah senin düğününü de görürüm. Bastonla mastonla da olsa gelip göreceğim seni öyle" diyor. Sonra vazgeçip ama o kadar ömrüm kalmamıştır diye mırıldanıyor sessizce.

Haftaya kalbinden ameliyat olacak. Ama yaşı ve sağlığı bu ameliyatı kaldırabilecek mi bilmiyorum. 

Hastane odasında fotoğraf da çekiliyorum ananemle. Çekilmeden önce oturuşunu düzeltiyor. Başörtüsü düzgün mü diye kontrol ediyor. Sonra fotoğrafları ona da gösteriyorum. Görmeye çalışıyor ama gözlerinin tam olarak seçmediği belli. Çünkü teyzemin kızıyla çekildiği fotoğraf için bana dönüp ay ne güzel çıkmış kızımla resmim diyor. Yani teyzemin kızını ben sanıyor :) Bırak öyle bilsin diyorum içimden. Sonra annenle ikimizi de çek diyor tekrar bana dönüp. Sanki benden geriye bari bir fotoğraf kalsın der gibi. Masumluğunu sevesim geliyor. O kısık sesli kahkahasını dinlerken bir yandan fotoğrafa bakıp Allah'ım bu son fotoğraf olmasın diyorum kendi kendime.

Annem de "ben rüyamda gördüm evin bahçesinde bir kalabalık vardı. Bence bu rüya ananene işaret. O ameliyat masasından sağ kalkamayacak gibi hissediyorum" diyor. Annemin rüyaları bazen gerçek olabiliyor ne yazık ki. İnşallah bu sefer yanılır. 

Ve annemin bunu söylerken gözlerinin dolması içimi yakıyor. O an annemin ağlamasına üzülmüyorum aslında. Çaresizliğine ve kabullenişine üzülüyorum. Ama başka yapacak ne var ki. İçimden sen olmasan ben ne yaparım diye geçiriyorum. Benim bu çaresizliği yaşayacağım günü düşünüyorum. O gün çok uzak olsun diye dua ediyorum. Çok uzak...

O kadar güçlü değilim henüz. Belki de hiç olamayacağım. Ne zaman olursa olsun. Belki de bu acı karşısında güçlü durmanın imkanı yok. Sadece zaman herşeyin ilacı olacak. Her sabah kalkınca aynı acıyla yüzleşmek zorunda kalacağım. Kabullenmek bir mecburiyet olacak. Ama zaman..İçimi yakan ateş yavaş yavaş sönecek ve soğuyacak. Tabi bıraktığı anılar, sesler, onu hatırlatan herşey hep bir yerde duracak. Her anımsadığımda kirpiklerim ıslanacak. Zor çok zor... Açtığı boşluğu doldurmak imkansız. 

Yaşlılık ne tuhaf. İnsana çok şey öğretiyor. Bazen evlat diye büyüttüğünün hastalığında aslında evlat olmadığını öğreniyorsun. Seni düşünmemesini, önemsememesini kabullenmek zorunda kalıyorsun ama olmuyor, isyan ediyorsun... Evlatlarına muhtaç olmanın mahcubiyetini yaşıyorsun biraz da. Bazen bir çocuk gibi altını temizlemelerini, yemeğini yedirmelerini, ilaçlarını içirmelerini, seni yıkamalarını beklemek zorunda kalıyorsun. 

Yeniden başa dönmek tuhaf geliyor olmalı. Bir çocuk gibi yaşamaya başlamak ve vücutça da küçülmek, başkalarının yardımına fazlasıyla ihtiyaç duymak... Yaşlılık bir geriye dönüş... Yeniden başlarmış gibi ama sona daha yakın...


29 Ocak 2014 Çarşamba

Sabah sabah gerilim...

Sabah alarmı erteleye erteleye sonunda kalkabildim sıcak yatağımdan. Bir de perdeyi aralayıp bardaktan boşanır gibi yağan yağmuru görünce iyice sinirim bozuldu. Ama yapacak birşey yoktu. Hazirlandim ve kahvaltimi yapıp çıktım evden.

 Ugramam gereken bir yer vardı. Kestirme yoldan gideceğim ya hani. İlla birsey açacağım başıma. Ne güzel yavaş yavaş giderkeeen 4 tane kocaman köpekçik çıktı karşıma.  Benden biraz uzaktaydilar neyse ki. Ama dördü de durup kulaklarını ve kuyruklarini havaya dikip bana bakmaya başlayınca bir sürü düşüncenin ortasında buldum kendimi.

Kacarsam daha çok pesimden gelirler mi? Neden sokakta kimse yok? Tut ki bana saldirdilar birinin kapısını calsam hemen açar mı? Ya acmazlarsa beni parcalarlar mı? :) Şu ilerdeki evin bahçe kapısı acaba kolay açılıyor mudur yada kilitli olabilir mi ?

Bu kadar kısa sürede aklımdan bu kadar çok soru geçirdiğimi hatırlamıyorum.  Tabi bunları düşünürken bir yandan da yürüdüğüm yoldan geri döndüm.  Önce yavaş adımlarla arkaya bakmadan yürümeye başladım.  Ama arkamdan o pıt pıt pıt şeklinde yaklaşan pati seslerini duyar gibi oluyordum. Hızlı yürümeye başladım.  Ve artık sabrim kalmadı ne olursa olsun deyip koşmaya başladım :) Tek umudum biraz ilerden sola dondugumde karşıma birinin çıkmasıydı. içimden ne dua ettim ama ne olur biri çıksın karşıma diye :)

Artık çığlık atarak kaçmaya başlamıştım :) Arkamdan havlama sesleri gelmeye başladı.  Bana ne kadar yakın olduklarına bakmaya bile cesaretim yoktu. Soldan dönünce artık koşacak halim kalmadı veee karşıma biri çıktı yihuuu :) Duam karşılıksız kalmadı :)

Ama keşke karşıma biri çıktı diye sarılıp kucağına atlarmis gibi olmasaydım. Sanırım biraz rezil olmuş olabilirim :) Çocuk da sabah sabah bir kız ona sarilinca şaşırdı tabi :) Ama hiçbirşey umrumda değildi :) Genç delikanlı beni kopeklerden kurtardı tabi kii :)) 

Ama yerden taş alirmis gibi yapmak benim neden hiç aklıma gelmedi o kadar gereksiz ayrıntıyı düşünürken bilmiyorum :) O hareket köpeklerin hemen geri donmelerine yetti. Keşke bu kadar basit olmasaydi. Kendimi daha kötü hissettim :) En son çocukken köpek kovalamisti beni sanırım bu konudaki tecrubelerimi unutmuşum :)

Biraz sakinlesene kadar yanımda durdu kurtarıcm :P Kendime geldim ve ne göreyim.  Çantam kolumda yoook. Nerede olduğu konusunda da bir fikrim yok. Geldiğim yoldan geri dönmeye başladım.  Biraz ilerde yerde gözüme birsey ilisti. Tabi ki o şey benim cantamdi :) Korkudan ne ara yere firlatmisim hiç hatırlamıyorum.  Cantami bulmamin sevincini yaşadım tabi ki bir süre :) Artik tamamen sakinlesmistim. Ama bacaklarimin üst kısmında hissettigim ağrıyı en son lisede beden eğitimi dersi sonrasi hissettigimi farkettim. O agriyla ayniydi sanırım :) Boğazım yaniyordu. Çantam çamur içindeydi. Saçlarım yağmurdan mahvolmustu ve bacaklarimin hala titredigini hissediyordum.  Çok sefil gorundugume emindim. 

O halde ofise gittim. Herkes farketti tabi bi terslik oldugunu hem tipimden hem de gec kalmış olduğumdan dolayı :) Sonra avukat müjdeli haberi verdi. Benim bugün işlerim var büroda olmayacağım sen de eve git dinlen dedi. Içimden iste buuuu diye sevinç çığlıkları atiyordum :) 

Çantami aldığım gibi eve geldim. Annemle ablamin hazirladigi harika kahvaltiya yetistim. Çay keyfimi de yaptım :) Kendime geldim, bacaklarimin titremesi de durdu sonunda :) 

Şimdi kahvemi yapıp pencerenin önüne geçip arada yagmuru izleyip kitabimi okuyabilirim :) Sabahki gerginlikten sonra sessiz sakin birgün benimleee :) 


25 Ocak 2014 Cumartesi

Başlık mı? Yok ki =)



Evdeyim ve hiçbir şey yapmıyorum. Ama çok keyifli bir cumartesi geçirdiğimi düşünüyorum nedense... Miskin miskin odamda oturmak da keyifli oluyor bazen :)

Kahvemi yaptım, laptopu aldım ve tünedim pencerenin önüne. Çok yağmur yağıyor... Camdan dışarıyı izliyorum. Rüzgarda şemsiyesiyle savaşanlar  yada şemsiyesi olmayıp gideceği yere biraz daha çabuk varabilmek için hızlanmaya çalışanlar...



Yağmurun bir hızlanıp bir yavaşlaması ve damlaların cama vuruşuyla çıkan huzur verici ritmik ses... Camdan aşağıya süzülmek için birbiriyle yarışan damlacıklar...

Dinlendiğimi hissediyorum. Aklımdan bin bir türlü şey geçiyor. Yaşananlar, hayaller, hayal kırıklıklar, endişeler, mutluluklar, seçimlerim, üzüntülerim, pişmanlıklarım...


Kapkara bulutlar var penceremin üzerinde. Yağdıkça yağmaya çalışıyor... Ama ilerde güzel bir mavilik belirmeye başlıyor. Düşünüyorum acaba benim de endişelerimden kurtulup ferahladığım gün o mavilik kadar yakın mı diye. Ve yeniden hızlanıyor damlalar maviliği uzaklaştırmak istercesine...

Bahçedeki çimenlere yatıp yüzümü gökyüzüne dönüp hiç kalkmamayı hayal ediyorum... Her zerreme kadar üşüyüp, sırılsıklam olmak... O mavilik yaklaşana kadar öylece kalmak... Damlaları her vuruşunda titreyen göz kapaklarımda hissetmek, topraktaki o güzel mi kötü mü olduğuna bir türlü karar veremediğim kokuyu duymak... Yağmurun içimdeki endişelere bir tokat gibi çarpışını dinlemek istiyorum...

4 yıl sonra yine evimde ve yine odamda önceden yaptığım gibi kahvemi yudumlayıp pencereden yağmuru izlemenin keyfi hiçbir şeyde yok...



Ve tabi ki o ritmik ve huzur verici sesi dinleyerek kitabımı okumak...

Çok başka bir şeysin sen HUZUR... Her şeye rağmen benimlesin...

 Hep böyle kal olur mu, hep yanımda kal...





Ötenazi Olmalı Mı ??



Senden Önce Ben 'i okuduktan sonra ötenazi olmalı mı olmamalı mı diye düşünmeye başladım. Bu uygulamanın yasal olduğu ülkeler var. Bazı ülkelerde de yasal değilmiş ama gizli yapılmasına göz yumuluyormuş.

En kısa tanımını tıpta o zamana kadar yaşanan gelişmelerin iyileştiremediği, aynı zamanda nitelikli bir yaşam da sağlayamadığı hastaların istekleri doğrultusunda yaşamlarının sona ermesinin sağlanmasıdır şeklinde yapabiliriz.

Ölümü meydana getirmek için tıbbi yöntemler doğrudan kullanılmışsa aktif, ölümün meydana gelmesi için hareketsiz kalınmışsa pasif ötenazi adını alıyor. Aktif ötenazide hasta hekimin müdahalesi ile ölüyor. Pasif ötenazide ise hekimin hastayı hayatta tutması için yapması gerekeni yapmamasından dolayı ölüyor.

Bir de istemli ve istemsiz ötenazi var. İstemli ötenazi de hasta bu isteğini kendisi açıkça dile getiriyor. İstemsiz ötenazi ise hasta bitkisel hayatta veya komada olduğu durumlarda uygulanıyor.

Bu uygulamanın cinayet sayılması gerektiğini savunanlar var. Düşündüğümde hayır cinayet değildir de diyemiyorum. Evet cinayettir de diyemiyorum.



Mesela mucizevi bir gelişme olmadığı sürece yatalak olmaktan, başkasının bakımına muhtaç olmaktan kurtulamayacak olan ve hayatı sadece yemek yemek uyumak ve etrafındaki insanların ona acıma duygusuyla bakışlarını izlemek olan bir hasta için yaşamanın ne anlamı var diye düşünüyorum. Hatta daha kötü durumda olan insanlar da var. Onları bir süre daha o şekilde yaşatmaya çalışıp daha çok acı çektirmenin de tıpla bağdaşır bir yanı yok gibi geliyor. Bu durumda rahat bir ölüm sağlamak daha insani ve vicdanlı bir davranış olmaz mı ? Doktorun hastayı iyileştirecek mucizevi buluşu beklemesi ne kadar mantıklı ? Diye geçiyor aklımdan. Ama bir yandan da içimde birşeyler razı olmuyor böyle düşünmeye...

Çünkü şunları düşünüyorum. Bu uygulamanın yasal olduğu ülkelerde bireyin hakkı olarak kabul ediliyor ötenazi. Bir hak ve hastanın kendisi tarafından isteniyor ama başkası tarafından gerçekleştiriliyor. Bu ne kadar bağdaşıyor birbiriyle ?

Ötenaziyi gerçekleştirecek doktor kendi müdahalesi yada müdahalesizliği nedeniyle hastanın isteği ile bile olsa birinin yaşamına son vermiş olacak.

Hastanın iyileşemeyecek bir durumda olması ve acı çekiyor durumda olması gerekiyor dedik. Peki bu haliyle psikolojisi çok mu iyi ki bu isteğine, iradesine itibar edilsin.

İstemsiz ötenazide hasta yakınlarının vereceği karar ne kadar doğrudur? Nasıl bir acı çektiğine dair bile bir fikirleri yok.

O hastalığın er yada geç bir çaresi bulunabilir mi ?

Günümüzde bazı doktorların hastalığa koyduğu tanının ne kadar doğru olduğu bile şüpheliyken tedavi yönteminin kesinlikle mevcut olmadığına inanmak ne kadar doğru?

Bu yöntemin kötüye kullanılmayacağı ne malum? Halkın tıp mesleğine olan güveni sarsılmayacak mı?

Kanunların da bu kadar soruya cevap verebilecek bir şekilde hazırlanmasına imkan olmadığından hakimlere takdir yetkisi verilmek zorunda kalınacak, farklı uygulamalar olacak ve hukuk açısından da güvenilirlik azalacak. ( Sanki çok varmış gibi )

Bu kadar soru varken -ki bunlar sadece şu an aklıma gelenler- ötenazinin yasal olmaması daha doğru sanırım.

Türk Hukukunda ötenazi ile ilgili özel bir hüküm yok ve doktrinde kasten insan öldürme suçu olarak kabul edilmesi gerektiğini savunanlar var.

Hollanda aktif ötenazinin yasallaştırıldığı ilk ülkeymiş. Ne garip yasal olan ülkelerde insanlar ölüm için sıraya giriyorlar.

Bir haberde de ötenaziden önce bir ailenin çekilmiş fotoğrafı var. Hepsi gülüyor içten bir şekilde. Ben mi çok vicdanlıyım anlamadım. Dalga geçer gibi bir de fotoğraf çekilmişler. Tamam belki ufak bir ihtimal acıdan kurtulacağı için kendini teselli edersin ama oturup da dişlerini göstere göstere fotoğraf da çekilme yani..

Ötenazi bir ölüm hakkı değildir. Yasal olan ülkelerde de bu bir hak olarak bireylere tanınmamış, sadece suç olmaktan çıkarılmıştır. Sadece hastanın ölmek istemesi sebebiyle hastanın menfaatinin bunu gerektirdiği inancı ile hekimin cezai sorumluluğu kaldırılmıştır. Yani ölüm hakkı değil de hastanın kendi geleceğini belirleme hakkı olarak değerlendirilebilir.

                                                                              ***



Kendimi öyle hayal ediyorum. Allah korusun tabi ki ama. Herhalde ben de yaşamak istemezdim. Çünkü psikolojisi fazla güçlü olan bir insan değilim ve başkalarının yardımına muhtaç olmayı fazla sevmiyorum. Ama açıkçası beni öldürün diyebilecek kadar cesaretli olur muydum onu da bilmiyorum. Hayat o şekilde de yaşamaya değer olurdu belki de. Etrafımdaki insanların desteği belirleyici olurdu biraz da.

Yani kısacası iki ucu *oklu değnek...

Allah kimseye böyle zorluklar, böyle hayatlar yaşatmasın diyorum ve noktayı koyuyorum.



24 Ocak 2014 Cuma

" Senden Önce Ben "



Bu ara bana bişeyler oldu. Nedense kitap okumaya fazla vakit ayıramıyorum. Gelen giden de hiç bitmiyor onun da etkisi var sanırım. Annemin her zaman benden habersiz davet ettiği komşularımız hiç bitmiyor :) Çay demle çay doldur derken saat geçiyor. Sonra da kendimi yatakta buluyorum :)

Uzun süredir masamın üzerinde duran Senden Önce Ben bitti sonunda. Aslında vakit ayırsam birkaç günde keyifle okunabilecek bir kitap. İnsanı sıkmıyor. Ne olacağını merak ediyorsunuz sürekli. Size biraz bu kitaptan bahsetmek istiyorum.


Will çok hareketli bir yaşama sahipken geçirdiği bir kaza sonucu tekerlekli sandalyenin hayatında çizdiği sınırlara mahkum oluyor. Sürekli birilerinin bakımına muhtaç. Ve bu şekilde yaşamak istemiyor. Ötenazi için bunun yasal olduğu İsviçre'ye gitmek ve hayatına son vermek istiyor. Fakat ailesine 6 ay daha bu şekilde yaşamaya katlanmak için söz veriyor. Ailesi de bu 6 ay içinde Will'in fikirlerini değiştirebilmek için çırpınıyor.

Will'in tıbbi bakımıyla Nathan ilgileniyor. Ama önemli olan şey Will'i psikolojik olarak iyi hissettirebilecek, ona destek olabilecek birini bulabilmek. Bir kaç başvuru yapılıyor bunun için. Ama Will'in annesi Louisa'yı seçiyor.

***
Louisa da çalıştığı işyeri kapandığı için yeni bir işe ihtiyacı olduğu ve ailesine ekonomik olarak destek olmak zorunda olduğu için ve aynı zamanda iş konusunda fazla seçeneği de olmadığı için bu işi kabul ediyor. Will ile ilk iletişimleri oldukça kötü. Hatta Louisa ona fazla katlanamayacağını düşünüyor. 

Fakat sonra aralarında onların da adını koyamadığı bir bağ oluşuyor. Oldukça fazla vakit geçirmeye başlıyorlar. Louisa Will'in planlarını öğrendiğinde onun fikrini değiştirmek elinden geleni yapmaya adıyor kendini. Ona az da olsa eski hayatındaki yaşamı sağlamak için bir sürü plan yapıyor. 

Louisa'nın yapamadığını Will yapıyor. Ona hayatını bu kadar basit ve sınırlar içinde yaşamaması gerektiğini kendini tanıması ve buna göre kararlar alması gerektiğini farkettiriyor. 

***

Beni en çok etkileyen kısım şuydu. Louisa Will'in yaşama tekrar tutunması için bir seyahat planı yapıyor ve bunu Willin de isteğiyle gerçekleştiriyorlar. Tatillerinin son gecesi sahilde konuşuyorlar. Louisa ona herşeyi bildiğini ve onunla bir hayat hayal ettiğini bu şekilde de mutlu olabileceklerini söylüyor. Fakat Will onu da bu hayatın sınırları içine hapsolmaya mahkum edemeyeceğini ve bu şekilde yaşamaya katlanamayacağını durumunun daha kötüye gideceğini, bu şekilde yaşamanın çok zor olduğunu, fikrinin değişmediğini söylüyor. O kadar hüzünlüydü ki o satırları okumak...

***
Tatilden döndüklerinde ise Louisa için herşey daha zor hale geliyor. Çünkü Will ile hiçbirşey konuşmadan doğruca evine geliyor. Artık herşeyi kabullenmiş durumda. Çünkü zaman doldu ve Will çok kararlı. Artık yapabileceği hiçbirşey kalmadı. Ama Will'in annesinin telefonu üzerine hemen İsviçre'ye gidiyor. Ve Will'le klinikte başbaşa yaşadıkları anı gözlerim dolarak okudum. 

Louisa'nın Will'in kendisi için en doğru kararı verdiğini kabullenişi ve onu kaybetmeyi göze alması... Ve o anda onun yanında olabilmek için bir telefonla bütün kararlarını bir yana bırakıp hemen İsviçre'ye gidip ellerinden kayışını izlemesi...

***

Ve haftalar sonra Louisa'nın Will'in istediği yerde ve şekilde onun yazdığı mektubu okuması. Will'in hayattan yok olacakken bile Lou'yu düşünmesi ve istediği gibi bir hayat yaşaması için elinden geleni yapması. Mektubunda sadece cesurca yaşa, asla durma, sakın bir yerlerde takılı kalma deyişi...Sanki içinde kalan şeyleri Louisa'nın gerçekleştirmesini ister gibi...

***

Mecburiyetlerin karşılaştırdığı iki kişinin yaşadığı çok farklı bir aşk hikayesi...Ve birbirlerinden öğrendikleri şeyler, hayatının son günlerini yaşadığının bilincinde olan bir adamın Lou'ya hayatını cesurca ve sınırlar içinde kalmadan yaşamayı öğrenmesi için, kendini tanıyabilmesi için ve korkmadan kararlar alabilmesi için verdiği uğraşlar...

***

Her satırı okurken kendimi sürekli birilerinin yerine koydum. Will gibi yaşamak özellikle de o felaketten önceki hayat çok hareketli ve keyifliyse çok çok zor... Sürekli başkalarının yardımına ihtiyacınız var, hayatınız bir odayla kontroller için bir hastane arasında mekik dokumakla geçiyor. En kötüsü de bu durumun düzelmeyeceğini bilmek. Ayrıca ne olursa olsun kendi kendimi hayattan çekip alma kararını verebilecek kadar cesaretli olabilir miydim onu da bilmiyorum. İçimden en çok geçirdiğim şey Allah hiçkimseye yaşatmasın oldu. 

Kendimi Louisa'nın yerine koyduğumda ise insanın sevdiğini bile bile ölüme göndermek ne kadar kötü bir durum. Yaşama tutunmasını sağlayamamak, artık yaşanamayacak şeylerin hayaliyle yaşamak... Herhalde izleri ömür boyu hafızamdan silinmezdi. 

Ve tabi ki anne baba için çocuğunun daha fazla acı çekmesini izlememek için onun kararına saygı duyup bu karara ortak olmak da en kötüsü sanırım.

***

Kısacası mecburiyetlerin bir araya getirdiği iki kişinin yaşadığı farklı ve hüzünlü bir aşk hikayesi...İnsana yaşamının kıymetini bilmesi gerektiğini, hayatını farklı kılmak için birşeyler yapması kararlar alması gerektiğini anlatan bir hikaye... 

***

HAYATI YAŞAMAYA DEĞER KILMAK GEREK...

YAŞAMAK NEDİR?

 YAŞAMAK O KADAR ÇOK YAPABİLECEĞİMİZ ŞEY VARKEN SADECE UYUYUP UYANMAK MI DEMEK BUNU DA SORGULAMAK GEREK...

23 Ocak 2014 Perşembe

Bugünün Öğütleri :)

Merhabalar...
 
Bürodayım ve sonunda işlerimi bitirdim. Sabahtan beri makbuz kesiyorum. Serbest meslek kazanç defteri dolduruyorum. Mesleğin en zor ve sıkıcı tarafı bu sanırım. Ama ne yazık ki bunları da öğrenmek lazım. Çok fazla prosedür var oooff :) Ayrıca bir yanlışlık yaparım diye de ödüm patlıyor. Defalarca kontrol ediyorum :)
 
Tam işlerimi bitirdim, farkında olmadan iç çekmişim sanırım. Avukat gülmeye başladı. "Mesleğin en gereksiz işleri bunlar iç çekme" dedi :) Sonra başladı öğütlere.
 
 En doğru cümlesiyse şu oldu. "Vatandaşın, müvekkillerin derdini dert edinirsen yaşama hakkın bile yok"
 
Bazen büroda tanık olduğum olaylar yastığa başımı koyduğumda aklıma geliyor. İster istemez düşünüyorum. Tabi ki şu an kendime dert edinmiyorum. Çünkü sorumluluk bende değil. Ben sadece bir gözlemci gibiyim şu an stajyer olduğum için.
 
Ama stajım bittiğinde ben de o cübbeyi giyeceğim ve sorumluluk üstleneceğim. Asıl zorluk o zaman başlayacak. Elimden geleni yaptım mı yapmadım mı? Kazandığım parayı hakediyor muyum etmiyor muyum? Kafamda bir sürü soru işareti olacak. Belki bazen uykularım bile kaçacak.
 
Ama tecrübe kazandıkça sanırım ben de umursamamayı, kendime dert edinmemeyi öğreneceğim. Mecburum çünkü aksi halde avukatın da dediği gibi yaşama hakkımı kaybetmiş gibi olabilirim :))
 
Şu an için önemli olan bu mesleği dürüst şekilde ve hak yemeden nasıl yapabilirim onu öğrenmek istiyorum. İnsanların dediği gibi aa avukat mı olacaksın oo ne paralar kazanırsın sen şeklinde düşünmüyorum.
 
Ne kadar kazanırım bilemiyorum. Tek derdim miktar ne olursa olsun o parayı dürüst bir şekilde kazanmak ve içim rahat harcamak...
 
 
 
 


22 Ocak 2014 Çarşamba

Aşk Acısı Büyük Lüks....

Ahmet Batman'ın her iki kitabına da bayıldım.
 SOĞUK KAHVE ve SABAH UYKUM.









 İkisi de çok çok güzel.. Ve herbirini sevdiğim, hoşuma giden cümlelerin altını çizerek okudum. Kapakları da şirin mi şirin. Mutlaka kendinizi bulduğunuz cümleler oluyor...Ve yazar nasıl tüm duygularını bu kadar farklı ve içten anlatabilmiş bilmiyorum..Herkesin başaramayacağı birşey. Çok samimi ve akıcı bir dili var. Kullandığı bazı kelimeler çok sempatik :) 

Biraz da sıkıntılar yaşadığım bir dönemde okumuştum. O yüzden fazla etkilenmiş de olabilirim :)




Ve kesinlikle bir kere okunduktan sonra evet okudum bitti deyip bir kenara atabileceğiniz kitaplar değiller. Ben canım sıkıldıkça açıp okuyorum hala. Her okuduğumda da farklı şeyler hissettiriyor bana. Herhalde hergün psikolojik durumuma göre değişiyor bu :)

Ama en çok beğendiğim kısım şuydu. Sabah Uykum'da " Aşk Acısı Büyük Lüks " Şöyle diyor Ahmet Batman:  "


Ve gerçekten de haklı. Bazen gerçekten üzüntünün de lüksü oluyor. Ki ben ufacık şeyleri kafasına takan bir insanım. Yani bende lüks sayılan üzüntüler bol anlayacağınız :) Diyorum ki kendime insanlar ne acılar yaşıyor belki de hayatında hiç unutamayacağı, hafızalarına kazınan hiçbir zaman geçti diyemeyecekleri acılar...Nankörsün diyorum o zaman dönüp kendime... 

Aşk acısı nedir bilemiyorum aslında tam olarak.. Belki de bir alışkanlıktan sonra yerine onun gibi başka kimseyi koyamayacağımızdan korkuyoruz, onun kadar iyi kimsenin olmadığını düşünüyoruz ve başkalarının bizi üzmesinden korkuyoruz belki de ...Sonrası kocaman boşluk.. Hele bir de en yakınlarımızı kaybetmediysek şimdiye kadar... Aşk acısı yaşadığımız en büyük acı yerine geçiyor sanırım. 

Aslında bunu ilk yaşayan biz değiliz. Ve belki son da olmayacak. Ama üzülüyoruz işte... Geçen zamana,emeğe, onun daha sonra başkasıyla olup onun elini tutacağını,ona sarılacağını düşününce daha da katlanılmaz oluyor o acı. 

Ama sonuç olarak zaman aşk acısının ilacı olabilir diye düşünüyorum. Ve zaman birşeyler öğretiyor insana.. Acının azaldığını, kendi hatalarımızı, onun hatalarını, yanlışları ve doğruları hepsini farklı yerlere koyuyoruz.. Ve sonra hayat devam ediyor diyoruz...Herşey insanlar için derkeeen...



Karşımıza yeni birini çıkarıyor hayat.. Bir yerde başkasıyla yolumuz kesişiyor... Ve yine aşk gün yüzüne çıkmaya başlıyor.. Eskiler siliniyor yavaş yavaş...Hele bir de bu karşılıklı bir duyguysa keyfinize diyecek yok :)

Korkuyorsunuz ya yine üzülürsem diye.. Ama engel olamıyorsunuz hissedilenlere.. Ve yine sonu belli olmayan bir hikaye başlıyor. Mutlu sona ulaşmayı umuyorsunuz. Hayaller kuruyorsunuz, mutlu oluyorsunuz, bazen üzülüyorsunuz ve daha bir sürü his bir arada.. Sonunu bilmediğimiz birşeyi yaşamak hoşumuza gidiyor sanırım...Belki mutlu son belki değil.. 

Önemli olan AŞKI YAŞA, SENİ ÜZENİ UNUT...

AŞK ACISI BÜYÜK LÜKS...

20 Ocak 2014 Pazartesi

Bu Kadar Dejavu Fazla ...



Tuhaf birgün geçirdim... Hala etkisindeyim. Dejavu dediğin ayda yılda bir olur. Yada en azından benim için öyleydi. Ama bugün defalarca yaşadım bu duyguyu. Üst üste olunca kesin ben bir reenkarnasyon ürünüyüm diye düşünmeye başladım :)

Yapılan konuşmalar, büroya gelen adamın anlattıkları, eve gelirken uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaşıp onunla konuşmam... Hepsi bana dejavu yaşattı resmen.. Bu kadarı da fazla ama haddini bil dejavu =) Kendimden şüphelenmeye başladım artık :)

Sabah büroya geldim. Erkenden yaşlı bir amca geldi. Başladı derdini anlatmaya.. O an bana öyle yaşandık geldi ki anlatamam. Oysa yaşlı amcayı tanımıyorum,daha önce hiç görmedim,anlattığı olay gibi başka bir olaya da şahit olmadım, dosyalarda da öyle birşey okumadım... Amca anlattıkça suratımdaki ifade salaklaşmaya başlıyordu eminim :) 

Arada dejavu tabi ki yaşıyorum her insan gibi.. Ama bir anlık bişey oluyor. Aaa ben bu anı daha önce yaşamıştım sanki diyorum ve geçiyorum.. Bugünkü çok farklıydı.. Neyse olur böyle şeyler dedim ve aklımı uzaklaştırdım oradan.

Sonra bir dosya için dilekçe yazmaya çalışayım derken avukat yanıma geldi. Şu noktalara dikkat et , özellikle bunu vurgula, dilekçede asıl dikkat çeken olay şu olsun falan derken yine aynı şeyi yaşadım.. Ve tabi ki yine o konuda bir dilekçe daha önce yazmamıştım, dosyalarda da okumadım ve avukatla da o konuda konuşmamız hiç olmadı.. Zaten o an adamın söylediklerinin yarısını algılayamadım..Neyse kendine gel Seda dedim.

Akşam oldu. İşlerimi bitirdim ve çıktım bürodan.. Çok uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla karşılaştım. Yolda kısa bir muhabbet ettik. Ve yine aynı his... Olamaz ama bu kadarı gerçekten fazla yuhhh diye düşündüm içimden. Kızı yıllardır görmüyorum. Nasıl olabilir bu diye düşüne düşüne eve geldim.

Tabi ki suratımda şapşal bir ifade... Böylesini hiç yaşamamıştım.. Benim için dejavu dediğin kısacık bir anı daha önce yaşamış gibi hissedersin hepsi bu.O yaşanmışlık hissi sadece birkaç saniye olurdu. Ve sonra aslında daha önce tabi ki böyle bişey yaşamadım deyip yanıldığımı kolayca kabullenebiliyordum. Bugün yaşadıklarım ise olaylar muhabbetler konuşulanlar hiç tanımadığım görmediğim birini daha önce görmüş gibi hissetmek... Bu kadar büyük çaplı bir dejavu çok ağır geldi bana. Çünkü kısa bir an için yaşamadım bunu. Olayların bütünü bana o hissi yaşattı. Yani daha önce tabi ki yaşamadım deyip bir kenara atamıyoruuum :(





Az önce de internette dejavuyla ilgili küçük bir araştırma yaptım. Uzmanlar bu durumu ‘yaşantımızın erken dönemlerinde, küçük bir sahnesini beynimize kaydettiğimiz yaşanmışlıklar, belki bir sima, belki küçük bir parça eşya ya da mekanın küçük bir bölümü’ diye açıklıyor. Kısmi olarak beyne kaydedilen bu görüntüler, şimdiki dönemde gördüklerimizle çağrışıma girerek yanıltıcı biçimde dejavu şeklinde algılanabiliyormuş.

O zaman benim yaşadığım bu tarife hiç uymuyor bence :(


Ayrıca bir de dejavunun tersi bir durum varmış. İsmi jamais-vu yani Fransızca'da hiç görülmedi anlamındaymış. Daha az kişide rastlanıyormuş ve Bu durumdaki kişiler tanıdıkları, bildikleri bir yere gittiklerinde ya da tanıdık birisi ile karşılaştıklarında o yeri ya da o kişiyi hiç görmediklerini söylüyorlarmış. Bu da tuhafmış neyse ki hiç yaşamıyorum :)

Bilimsel olarak dejavuyu şöyle açıklıyorlarmış. 5 duyu organımızdan beyne giden sinyaller (özellikle görüntü ve ses) beyin tarafından algılanamayabilirmiş. Oysa algılanamayan bu bilgi beyinde kaydediliyor ve ne zaman yaşanıldığı konusunda bir bilgi yok. Beyin bu sinyalleri tekrar aldığında ise kişi bu olayı ikinci defa yaşadığı hissine kapılabilirmiş.

Bunun dışında beynin sağ lobu ile sol lobu arasında mikrosaniyeler seviyesinde bir çalışma süresi farkı varmış. Bir olayı beynin bir tarafı diğer tarafından önce algılıyo ve bilgi ikinci lobda algılandığında kişi ikinci defa yaşanmış hissine kapılabiliyormuş.

Ayrıca yaşanılan olayın daha önce bir benzerinin görülen ve hatırlanmayan bir rüyada yaşanmış olması da muhtemelmiş.

İnsan hafızası değiştirilebiliyormuş. Yaşamadığınız bir olayı sürekli yaşamış gibi düşünürsek; örneğin bir filmde başrol oyuncusunun başına gelen bir olayı kendi başınıza gelmiş gibi tahayyül edersek ileride bir gün o olayı gerçekten yaşadığımızı hatırlayabilirmişiz; yani anılarımızı değiştirmiş oluyormuşuz ve  dejavunun sebeplerinden biri de bu olabilirmiş. 

MİŞ MİŞ MİŞ MİŞ... Ayy çıldıracağım yahu=)

"Ara sıra olan bu durum normal kabul edilir. Fakat bu hisse kapılma sıklığı artıyorsa örneğin haftada bir iki kez veya her gün olmaya başlamışsa altta bir hastalık aramak gerekir. " Yazıyordu bir yerde de.. Ben günde birkaç kez yaşadım üstelik. Allah'ım sen aklımı koru :)

İnşallah bir daha aynı duyguyu yaşamam defalarca. Çok rahatsız edici. Sanki bir hayatı ikinciye yaşıyormuşum gibi.. Eğer gerçekten böyleyse de çok sıkıcı üstelik.. Bir film on kere izlenmez ki canım aaa :)

Dejavu ne olur git biraz başkalarıyla uğraş. Bırak peşimi yaa...

19 Ocak 2014 Pazar

Güzel Bir Cumartesi :)



Merhaba :) Ne kadar çok ara verdim böyle :)

Ama bu aralar nedense laptopun kapağını açmaya bile fırsatım olmadı. Nedenini ben de anlayamadım :) Gündüz zaten evde yokum geceleri de dinlenmeydi yemekti çaydı komşuydu derken uykum geliveriyor :)
O yüzden bu akşam erkenden damlayıverdim buraya :)

Dün uzun zamandan sonra geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. İlkokul ve ortaokul arkadaşlarımdan Pelin ve Hilal ile görüştüm. Aynı yerde otursak da bir türlü görüşemiyorduk. Uzun zaman sonra bir araya geldik. Hilal ile 4 yıldır böyle uzun uzun görüşmüyorduk neredeyse. Orada burada kısa karşılaşmalar dışında :)

5 saat birlikte vakit geçirdik. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadım. Hilal bize bir sürü pastalar poğaçalar yapmış.. Bütün gün hem yedik hem muhabbet ettik :) Çaylar tabaklar hep önümüzdeydi :)

 Hala bişeyler paylaşabiliyor olduğumuzu, hala aynı şeylere gülebildiğimizi görmek mutluluk verici.. Çocukluğumuz birlikte geçti. Birlikte büyüdük. Dediğim gibi uzun zamandır görüşmüyoruz. Ama biraraya geldiğimizde hiçbirşey eksilmiş değil. Yine aynıyız.. En güzeli de bu.. 

O kadar çok anımız var ki .. Her fırsatta onlar bizde ben onlarda kalabilmek için yalvarırdık ailelerimize :) Birlikte kaldığımızda sabaha kadar oturmak muhabbet etmek gibisi yoktu..

Geçen yıllar sadece olgunlaştırmıştı bizi.. Ama hala o sıralarda oturan o minik çocuklar olmayı becerebiliyorduk neşemizle.. 

Böyle yeniden vakit geçirince insan diyor ki keşke böyle olmasa, keşke araya mesafe girmese .. Ama buna engel olamıyoruz yada olmak istemiyoruz sanırım.. Herkes kendi derdine düşüyor. Aramıyoruz sormuyoruz bazen.. Ama dün kimse birbirine sitem etmedi neden arayıp sormuyorsun diye.. Sanki kaldığımız yerden devam ediyor gibiydik.. Herşey aynıydı sadece görünüşlerimiz değişmişti sanki..

Tabi ki hayatımızda da değişen şeyler olmuştu.. Önce çocukluk aşklarımızdan başladık muhabbete :) Ne salaklıklar :) O zamanlar beynimizi ne yönetiyor çok merak ediyorum =) Derslerden kaçmalarımız, hocalarımız, ufacık şeylerden kavgalarımız, birbirimizi başkalarıyla paylaşamayan halimiz:)  sınıftakilerden evlenenler boşananlar çocukları olanlar .. Ne dedikodular ne dedikodular :) Ve tabi ki asıl önemlisi son dedikodulardı :) Hepimizin şimdiki aşk hayatı favori konumuzdu :)

Artık baktık ki hava kararmaya başlamış ayrılık vaktiydi.

Ve yeniden görüşmek için sözleşerek ayrıldık Hilallerden. 

Sonra eve gelince eski fotoğraflara ve birbirimize yazdığımız mektuplara baktım.. Çocukluk ne güzel şey.. Keşke çocuk kalabilsek dedim kendi kendime.. Ne kadar masummuş herşey.. 

İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite... Her birinden her zaman arayabileceğim birkaç dost edindim.. Daha fazla olması gerekir miydi bilmiyorum.. Ama bunlar da bana yetiyor sanırım. Bana değerli olduğumu hissettiren ve benim için değerli olduklarını düşündüğüm dostlar edinebildiğim için çok mutluyum..İyi ki varsınız.. 


14 Ocak 2014 Salı

Küçük Şeyler, Büyük Mutluluklar ...




Yeniden Merhaba :)

4-5 Aydır birçok şeyi sorgulama fırsatım oldu. Bunlardan biri de mutluluktu aslında. Geçen yıllarda özellikle de geçen sene hiçbirşeyin beni mutlu etmediğinin farkına vardım. Mutlu olmak için kendimi alışverişe vermiş asla giymeyeceğim şeyler bile almıştım. Bazen dışarı adım atmak bile istemiyordum. Hiçbirşey umrumda değildi. Son sınıfta olmama ve okulu bitirmek zorunda olmama rağmen dersleri sınavları bile boşvermiştim. Aslında delirmeye az kalmış da ben farkında değilmişim :)

Ama şimdi görüyorum ki mutlu olmak insanın biraz kendisine bağlı biraz da etrafındaki insanlara.. Kendisine bağlı çünkü beklentileriniz çok çok yüksekse mutlu olmak için mucize sayılacak şeyler beklerseniz sadece beklemekle kalırsınız. Biraz yetinmeyi bilmek lazım belki de.. Ve dediğim gibi biraz da etrafınızdaki insanlara bağlı.. Eğer çevrenizdekiler doğru kişiler değilse siz istediğiniz kadar çırpının mutlu olmak için.Ve o doğru olmayan kişiler istedikleri kadar uğraşsınlar sizi mutlu etmek için.

 Bazen bir anlık gerçekten mutlu olduğumu sanıyorken kendimle başbaşa kaldığımda aslında hiç de öyle olmadığını farkediyordum. Bütün olumsuz düşünceler kafama üşüşüyordu. 

Sorunu hep kendimde aradım. Mutlu olmayı bilmiyorum, herşeye olumsuz yönden bakıyorum, çok karamsarım, çok şey bekliyorum, sabırsızım ve daha bir sürü şey yakıştırdım kendime bunlar gibi...Meğer sorun bende değil yanlış kişideymiş..

Evet bunu çok da geç anladım ne yazık ki.. Şimdi kendime haksızlık ederek geçirdiğim zamanlara üzülüyorum. Ama yapacak hiçbirşey yok. Kendi seçimimdi. Tek yapılacak şey önümde kendimi yerin dibine sokarak geçirdiğim zamandan çok daha uzun bir zaman var. Bu zamanı mutlu olmayı bilerek geçireceğim. Her yaşanılan şey bir ders oldu benim için. Allah yaşadığım şeylerden daha büyük üzüntüler yaşatmasın.

Geliyorum ŞİMDİKİ ZAMANA :) Artık bambaşkayım.. Uzun zamandır hayatımda olmayan hisler benimle.. Ufacık miniminnacık fedakarlıklar beni havalara uçurmaya içimi kıpır kıpır yapmaya yetiyor :)

 Bir mesaj, bir anda bana uzatılan en sevdiğim çikolata :) evin bahçesine bırakılan en sevdiğim pasta, her zaman yatağımı paylaşacağım kocaman bir ayıcık, sadece ben istediğim için okunmaya çalışılan bir kitap, merak edilip birlikte sinemada izlenilen filmler, gerçek bi galatasaraylı olmanın vakti geldi denilip alınan galatasaray atkısı :) sevdiğim için eve gitmeden önce alınan nutella :) yeni yıl için alınan hiç beklemediğim bir hediye, sürekli özlendiğimi ve merak edildiğimi, yalnız olmadığımı ve özel olduğumu hissetmek..

Bunlar ufak şeyler ama bana büyük mutluluklar getirdi beraberinde. Önemli olan şey anı yaşamak, özel hissetmek ve özel hissettirmekmiş meğer...Ve tabi ki doğru kişi olduğuna inandığın biri.. İnandığım düşündüğüm ve hayal ettiğim  gibi olur mu olmaz mı bilinmez .. Ama bence buna yürekten inanmak ve geleceğe dair çok plan kurmayıp anı yaşamak yeterli..Umarım bu heyecanım hep benimle olur.. 

Küçük şeylerden büyük mutluluklar edinmeniz dileğiyle.....
 :)




13 Ocak 2014 Pazartesi

Sen Kimsin?




Boş insanların günlük hayatta yaptıkları tek iş başkalarının hayatlarına burunlarını sokmak sanırım. Herkes kendi verdiği kararlarla kendi hayatını yaşıyor. Kimsenin kendi fikirleriyle karşısındaki insana yıllarca emek verdiği ilişkisini sorgulatıp üzmeye hakkı yok.

Belki doğru belki yanlış belki de büyük bir hata, belki de hayatta yaptığımız en doğru şey onunla olmak.. Ama yaşayarak görmek zorundayız. Yaşamak biraz da risk almak değil midir zaten? Ve sonunda ne olursa olsun diyoruz ki benim kararımdı.. İyi mi oldu? " iyi ki " diyoruz. Kötü mü oldu? " keşke " diyoruz. Hayatın esprisi bu belki de... Yaşamak bu .. 

Tabi ki herkes birileriyle ilgili yorumlar yapar. Ben olsam şöyle yapardım yada şöyle yapmazdım der. Bazen bunu ben de yapmıyor muyum tabi ki yapıyorum. Ama kimsenin kimseye aman sakın onunla evlilik düşünme, böyle bir hata yapma, çok üzülürsün demeye hakkı yok. Özellikle de bu kişi ailenden değilse hiç yok. Sen kimsin ki akıl vermek senin ne haddine diye sorarlar adama..

 Akıl vermeye, öğüt vermeye herkesin hakkı yoktur. Bu hakka sınırlı sayıda kişi sahiptir.. Önce o kişilerden olup olmadığını sorgulayacaksın.. Ben sana sen kimsin ki demeden önce sen kendine ben kimim ki diyeceksin.. Çünkü  o küçücük ve herşeyi bildiğini sanan beyninle kimseyi üzemezsin ve bırak onu karşına kimler kimler çıkacak sen bile seçmekte zorlanacaksın diyerek birini küçümseyemezsin..

Önce kendi hayatına bir dönüp de bak bakalım. Çok mu harikasın? Hayır. Çok mu mutlusun, Çok mu huzurlusun? Hayır. Etrafındaki herkes sana bayılıyor mu? Hayır. Kusursuz musun? Kesinlikle Hayır. Ne dünya mükemmel, ne de biz. Hayatında hep doğru kararlar mı verdin? Hayır. Benim neyim oluyorsun? Hiçbirşeyim. Hatta belki hiçbirşeyim bile değilsin, o bile fazla belki sana.

 Bir hiç olmasına rağmen insanlar sizden hep birşeyler bekler. Yeter ki beklemeye alışsınlar demiş sevgili Ahmet Batman..

İşte bunlar yüzünden ben senin ve senin gibilerin çizdiği kalıplar içinde mutlu olmak ve senin hayalindeki kişiye aşık olmak zorunda değilim. Çünkü sen mutluluğun kalıplarını oluşturacak en son kişisin. Çünkü sen belki de mutlu olduğun çok az ana sahipsin.. Ve büyük ihtimalle de aşktan, sevgiden, güvenden habersizsin..

Hayat kendi kararlarımızla yaşamak demek.. Kendi kahramanımızın rolüne bürünmek demek.. Herhangi birinin oluşturduğu kahramanı kendimize yakıştırmak zorunda değiliz.. 

PERDE KAPANDIĞINDA BEN BU DEĞİLDİM DEMEMELİYİZ...

Başkaları ne der diye kendi hayatına geç kalma. Elalem ne der diye düşündüğün sürece kendi hayatını yaşayamazsın... Sen sen olamadan o perdenin kapanmasına müsade etme.. 

Unutma insan bir kere geç kalır, diğer geç kalmalar onun devamıdır..




6 Ocak 2014 Pazartesi

Ve Tatil Bittiii...




Istanbul'dan evime döndüm ne yazık ki.. Çok güzel vakit geçirdim.. Yeni yıla üniversiteden en iyi arkadaşım Aylin'le girdim. İkimiz için de çok iyi oldu bu değişiklik. . Çünkü uzun zamandır görüşmemistik.. Ve benim anlatacak o kadar çok derdim vardı ki eminim Aylin'in kafası sismistir beni dinlemekten :) 5 yıl yaslandırdım kızı :) Ama çok harika haberlerim de vardı tabi ki ona :) 

Şimdi biraz yolculuğun başlangıcına dönmek istiyorum :) Bulunduğum yerden Esenlere gitmek iki saatimi alsa da Esenlerden otobüsün karşıya geçmesi saatlerimi aldı. Ama oranın trafiğini bile özlemişim :) Otobüste giderken geçirdiğim 4 yıl iyisiyle kötüsüyle gözümün önünden akıp geçti. . Sonra bir de servis beklemek var tabi :) Servisle Kadıköyüme gittim :) Ordan oraya dolanmaktan midem bulanmisti artık, , bişeyler yemenin vakti gelmişti :) Hemen kendimi Kovana attım. O mis gibi kokuyu hissedince ne yiyecegime karar vermek çok zor oldu.. Ama bi yandan da kendimi tutmaliydim çünkü Aylinin benim için deli gibi yemek hazirladigindan emindim :)

Ordan çıkıp Üsküdar'a Aylin'in evine gittim. Tahmin ettiğim gibi harika bir menü beni bekliyordu :) Ve tabi ki benim tercihlerim göz önünde bulundurularak alınmış rakı :)Oraya gidince herşeyi hissettigimden de fazla ozledigimi gördüm. 

Benim için çok özel bir yeni yıl oldu anlayacağınız. . 

Ayrıca servisle Kadıköye giderken okulun önünden geçerken okulu bir kez daha sevmedigimi anladım :) 

Ertesi gün bir Kadıköy turu yaptık.  Makyaj Ürünleri, takı ojeler gibi ufak tefek alışveriş yaptık. 

Tabi ki benim orda olmam Aylinin sabah erken kalkıp işe gideceği gerçeğini degistirmiyordu :) Ama itiraf ediyorum ki sen kalkınca senin yastigina da yayilmak harika bir duyguydu Aylin :))

Daha sonraki gün yurttan bir arkadaşımla görüştüm.Gorusmek istediğim daha çok kişi vardı ama uymadi ne yazık ki. Bir dahaki sefere eksiksiz olacak insallah. Onunla da bol bol dedikodu yaptık :) Ve tabi ki kitliktan çıkmış gibi yedik :) Eve dondugumde koca bir göbek vardı önümde :) Ama mutluyum huzurluyum yine olsa yine yerim :)) 

Ve senle çay demleyip o masada oturup muhabbet etmek paha bicilemez Aylin :)) 

Cuma günü arkadaşımın çalıştığı buroya gittim.  Hem işyerini görmüş oldum hem de aynı buroda çalıştığı bana hep bahsettiği kişileri tanımış oldum.

En güzeli tabi ki c.tesi günüydü. Çünkü haftasonuydu ve Aylin de evdeydi yuppi :)) Kahvaltimizi yaptık ve Beykoza gideceğiz diye otobüse bindik. Ama o kadar çok trafik vardı ki ve otobüsteki o iğrenç kokuya daha fazla dayanamayacagimizi düşündüm :) Ve Çengelköy de inip Çınaraltı'na gitmeye karar verdik. Hem bütün vaktimizi yolda gecirmemis olacaktık. Tabi ki oraya girmeden Tarihi Çengelköy Börekçisinden boreklerimizi aldık. Başka bir yerden de keklerimizi :)



Orası özellikle de haftasonları çok kalabalık olduğu için yer bulabilir miyiz diye düşünürken en güzellerinden bi masaya oturduk, cayimizi da istedik. Herşey harikaydı.  Bir pisi pisi misafirimiz bile olacaktı masada nerdeyse :)

İkimizi fotoğraf çekecek birilerini bulacağız diye mahvolduk bütün gün :) 



Orada güzel bir muhabbet manzara ve çay keyfinden sonra tekrar Kadıköy'e gittik. Tabi ki en sevdiğim seyyar midyeciden midyemi yemeden gidemezdim :) Ben ki midyeyi yemeden nefret eden bir insan olarak ilk midye deneyimimi tam Aylinle yasayacaktim ki midyeyi elime aldığım gibi ben yapamayacağım galiba demiştim yıllar önce :) Şimdi ise nasıl alıştım hatırlamıyorum ama büyük bi keyifle yiyebiliyorum :) 

Ve pazar günü veda vaktiydi İstanbula.. Yine yolculuk zamanıydı.. 6 ayın bende neler değiştirdiğini görmüştüm ve yeni yıla gerçekten çok yenilenmiş bir şekilde girdim sanırım :) Ruhum bile dinlenmişti.. Anladım ki vedalar ve bitisler hakikaten yeni merhabalar ve yeni başlangıçlardı..

Artık yeniden İstanbula ve arkadaslara özlem vakti :) Ama bu sefer arayı bu kadar acmayacagim kararliyim 6 ay ne yahu yuhh  :))) 

Özlemek güzel şey. ..

Sevgilerle....